İkinci Dünya Savaşı’ndaki sivillere yönelik katliamların ve kitlesel ihlallerin sonucu olarak İnsan hakları, uluslararası müzakerelerle varılan mutabakatla devletlerin iç işi olmaktan çıkarılmış ve koruma altına alınmıştır.
Türkiye, 1954 yılında TBMM tarafından onaylanıp yürürlüğe giren yasa ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) tarafı olarak yükümlülük üstlenmiştir.
Uluslararası anlaşmaların tamamı, taraf olan devletlerin egemenliğini sınırlar ve belirli yükümlükler içerir. Devletler bu anlaşmalardan doğan yükümlülükleri yerine getirmek zorundadırlar.
Türkiye de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne kendi iradesiyle ve TBMM kararıyla taraf olduğuna göre ilgili her devlet gibi gereğini yapmakla yükümlüdür.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları da ilgili devletler için şüphesiz bağlayıcıdır. Gereğini yapmamaları durumunda, uluslararası hukuk nezdinde doğrudan sorumlu ve mahkûm olurlar. Çünkü AİHM kararlarının muhatabı bir devletin iç hukuku, anayasa veya yargı değil doğrudan ilgili devlettir.
AİHM’nin Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’la ilgili kararından sonra bu sefer de Yüksel Yalçınkaya hakkında verdiği kararı yoğun tartışmalara neden olmaktadır. AİHM Yüksel Yalçınkaya hakkındaki kararında; adil yargılama hakkının, ihlal edildiğini belirtmektedir.
Yüksel Yalçınkaya, Kayseri’de bir devlet okulunda öğretmenlik yaptığı sırada “ByLock kullandığı ve Bank Asya’ya para yatırdığı” gerekçesiyle örgüt üyeliğinden 6 yıl 3 ay hapsine karar verilmişti. Yargıtay tarafından da cezası onandıktan sonra Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuş ancak hak ihlali olmadığı kanaatine varan Mahkeme ret kararı vermiştir.
Bunun üzerine iç hukuk yolları tükendiği için AİHM’ne başvurulmuş ve 26.09.2023 tarihi itibariyle hak ihlaline karar verilmiştir.
Türkiye, yükümlülüğü gereği kararı uygulamak yerine en üst perdeden itiraz etmeyi tercih ederek hak ihlalini tanımayacağını ilan etmiştir.
Demirtaş’la Kavala’nın “derhal serbest bırakılması” yönündeki AİHM kararına karşı direnmeyi sürdüren CB Erdoğan, aynı tavrı Yüksel Yalçınkaya hakkındaki karara karşı da sergilemiştir.
Türkiye’de adil bir yargılamanın söz konusu olmadığını inkâr etmekle hakikat kaybolmuyor ve gerçeğin çok daha farklı olduğunu herkes biliyor.
Şüphesiz bu meydan okuma, AİHM’nin kararını etkilemeyecek ve Türkiye, kararı er veya geç uygulamak zorunda kalacaktır. Başka seçeneği de yoktur. Uygulanmaması durumunda devlet olarak Türkiye, uluslararası hukukta sorumlu duruma düşecektir.
Bu nedenle birçok konuda olduğu gibi bu konuda da CB Erdoğan geri adım atmak mecburiyetinde kalacaktır. Daha önemlisi, Hak ihlaline konu olan mahkûmiyet kararı, on binlerce davaya emsal teşkil edecek ve mağdurlar haklarına kavuşacaklardır.
Trajikomik olan, CB Erdoğan’ın bu sert tavrı karşısında binlerce hukukçunun ve özellikle de muhalefet partilerinin sessiz kalmasıdır. Toplumsal duyarlılıktan söz etmeyi ise fuzuli buluyorum.
Herhangi bir toplumsal kesimin, hatta tek bir insanın dahi siyaset ve yönetim tarafından planlanmış bir tuzağa düşürülmesi, yargı tarafından haksızlığa maruz bırakılması, hukukunun çiğnenmesi, haklarından mahrum bırakılması, ezilmesi, ötekileştirilmesi veya sistemden kaynaklı bir acı çekmesi, sadece iktidarları değil, sessiz kalan muhalefeti de gayri meşru kılmaya yeterlidir.
Hak ihlalini prensip ve alışkanlık edinen bir iktidar kadar, Hak ihlalini eğip bükmeden dile getirecek bir muhalefetin olmaması çok daha vahimdir.
AİHM kararlarına meydan okuyan Erdoğan’a, sorumlu bir muhalefetin şöyle bir karşılık vermesi gerekmez mi?
“Yüz binlerce, hatta milyonlarca insanın hayatını doğrudan etkileyen bir kararı yok sayamazsın.
Adil yargılanmamak açık bir hak ihlalidir ve binlerce insanın hakkı ihlal edilmektedir.
Bu kararı yok sayarak Türkiye’yi AİHM nezdinde mahkûm edemezsin?
Düşmanlık, kin ve öfkene hukuku, dolayısıyla ülkeyi kurban etmene müsaade etmeyiz” gibi gerçekçi ve inandırıcı itirazları yüksek sesle dile getiren bir muhalefetin olması gerekmez mi
Nerede böyle bir muhalefet?
Misyonu Erdoğan’ı “iktidarda tutmak” olan “uydu” bir muhalefete fazla anlam yüklediğimin ve boşa kürek salladığımın farkındayım ancak vicdanım sessiz kalmama el vermiyor!
Hukuka aykırı uygulamalarıyla iktidar, sessiz kalmakla da muhalefet elbette mahşeri vicdanda mahkûm olacaktır.
Öncelikle AİHM’nin kararları uygulanmalı ve hak ihlallerine son verilmelidir.