Bir dostum ilk kitabım “Kürdinsan”ı okumuş ve “sen bir ağıt yazmışsın” demişti. Gerçekten o kitapta adına “Kürt sorunu” dedikleri hadiselerin sıradan insanlar üzerinde bıraktığı etkilere dikkat çekmek istemiştim. Kitabın içeriği ağlayan, ağıt yakan, gözü yaşlı bir coğrafyaya dair yaşanmış hikayelerden oluşuyordu. Zilan katliamının yaşandığı bölgede doğup büyümüş biri olarak hadiselerden bigane insanların biçilmiş ekin gibi ezilmelerini dile getiren yaşanmışlıkları başka insanlara duyurmayı amaçlamıştım. Sıradan insanların hikayelerini.
Kitabın yayınlanmasından sonra Urfa’dan, Kars’a kadar farklı bölgelerden Kürtlerin “bizi yazmışsın” şeklindeki tepkilerinden bu ağıtların sırf bir bölgeye özgü olmadığını, Kürtlerin yaşadığı her yeri kapsadığını, tek parti rejiminin insanımız üzerinden silindir gibi geçtiğini, bu yüzden acılarda, ağıtlarda ortaklaştığımızı anlamıştım.
Bu yüzden Cumhurbaşkanı Erdoğan çözüm sürecinin yaşandığı günlerde Diyarbekir’de yanına IKBY başkanı Mesud Barzani ile sanatçılar Şivan Perver ve İbrahim Tatlıses’i alıp sahneye çıktıkları sırada İbrahim Tatlıses ile Şivan Perver birlikte “megri megrî” (Ağlama, ağlama) şarkısını söyledikleri zaman büyük bir umuda kapılmıştım. İlerleyen günlerde umudu ete kemiğe büründüren daha başka adımlar da atılmıştı.
Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan mecliste yaptığı bir konuşmada “analar ağlamasın” diyerek benim gibi binlerce, milyonlarca vatandaşın sesi olmuştu. Artık analar ağlamayacak, ağıtlar yakılmayacaktı.
Akil adamlar grubundan bir yazar anlatmıştı. Bu çerçevede ziyaret ettikleri bir şehit annesinin kendilerine “altı ay önce gelseydiniz şimdi oğlum yaşıyor olacaktı” dediğini göz bebekleri gülerek söylemişti. Umut bütün bir memleketi bir hale gibi sarmıştı.
Fakat o günlerde muhalefet, atılan adımlar üzerinden Cumhurbaşkanına ve hükümete sert eleştiriler yöneltiyorlardı. Özellikle “megrî megrî” şarkısını dillerine dolamışlardı. Sonunda olanlar oldu ve çözüm süreci bitti. Bir kenara çekilip ellerini ovuşturanlar muhtemelen bundan zevk almışlardı.
Geçenlerde bu şarkı bir kez daha gündeme geldi. Cumhurbaşkanının Urfa’ya yaptığı ziyarette İbrahim Tatlıses yine “megrî megrî” şarkısını söylüyordu. Bir kez daha yoğun tepkiler yükselmeye başladı.
Urfa gezisi gösterdi ki Cumhurbaşkanı “analar ağlamasın” sözünde duruyor. Yine tepkiler de gösteriyor ki milliyetçiliği artık ırkçılık düzeyine çıkarmakta beis görmeyen muhalefet de yerini koruyor.
Girîn kelimesi Kürtçede ağlamak anlamına gelir. Aslında Kürtçe ağlayan bir dildir desem abartmış olmam. Öyle ki televizyonlarda dinlediğimiz stranların yüzde yetmişi sekseni ağıttır. Ağlayan nağmelerdir yani. Hatta bir yazımda “bu Kürtçe dünyaya ağıt yakmak için gelmiş” demiştim. Kuşkusuz Kürtçenin böyle olması sebepsiz değildir. Yüz yıllık, iki yüz yıllık yakın tarih göz önünde bulundurulduğu zaman bunca ağıtın, bunca ağlamanın, bunca “girî”nin boşuna olmadığı görülecektir. Coğrafyamızın genelde çektiği acılara ek olarak Kürtler batılı emperyalist siyasetlerin ürünü bir cenderenin içinde fazladan acı çekmeye mahkum edildiler ve bu da dillerine, müziklerine, nağmelerine yansıdı.
Bunun devam etmesini isteyen odaklar bu yüzden “megrî megrî”yi duymak istemiyorlar. Kendi mutluluklarını, şen şakrak gülmelerini Kürtlerin, Türkiye’nin tamamının ağlaması üzerine bina etmişler çünkü. Onlar ağlayacak ki kendileri mutlu olsunlar.
Bu yüzden “bigrî… bigrî…” (ağla… ağla…) diye tempo tutuyorlar.