■ FOMBA GASY İNANCINA GÖRE İLK İNSANLAR
Madagaskar’dayız…
Hint Okyanusu üzerinde bulunan bir ada ülkesi olan Madagaskar, 587.205 km²’lik büyüklüğüyle, Amerika’daki ve fakat Danimarka’ya ait Grönland (Kalaallit Nunaat; Grønland)’dan sonra dünyanın en büyük ikinci, Afrika’nın ise en büyük adasıdır. Madagaskar ayrıca, Asya kıtasındaki Endonezya’dan sonra dünyanın en büyük ikinci ada ülkesi / devletidir.
Madagaskar’a ilk yerleşen insanlar yakındaki Afrika kıtasından değil, Uzak Asya’dan, Endonezya üzerinden Hint Okyanusu’nu aşarak buraya geldiler. Bugün Madagaskar halkının konuştuğu Malgaş (Malagasi) dili de bu göçmenlerce Güneydoğu Asya adalarından buraya taşındı. Malgaşça’nın en yakın akrabaları Madagaskar’dan binlerce kilometre uzakta, Borneo Adası’nın güneyindeki Barito Nehri civarında konuşulan dillerdir. Bu Avustronezyalı göçmenleri yaklaşık 1000 yıl sonra, 1000 yılı civarında Afrika’dan gelen yeni bir göçmen dalgası izledi. Afrikalı Bantular, daha çok kıyılarda ve adanın batı yarısında yerleştiler ancak kendi dillerini kullanmayı bırakıp adada yaşayan Avustronezyalılar’ın dil ve kültürüne asimile oldular. Avustronezyalılar hâlâ adanın iç ve dağlık kısımlarıyla doğu yarısında yoğunlaştılar. Bu sebeple kıyılardaki yerliler antropolojik tip itibarıyla daha Afrikalı görünümlü, adanın iç kısımlarında yaşayan Merinalar gibi diğer bazı Avustronezya kökenliler ise daha Asyatik fiziksel özellikler taşır. (1024)
Madagaskar’da yaşayan birçok etnik grup konuşulan ortak dil ile ortak bir kimlik ortaya çıkarmıştır. Buna rağmen sosyal alanlarda “foko” olarak adlandırılan farklı alt grupların gelenek ve görenekleri önemli ölçüde yaşam biçimini belirleyebilmektedir. Madagaskar devleti resmî olarak 18 farklı etnik grubu ana etnik grup olarak kabul etmektedir. (1025)
Madagaskar halkının çoğu ortak bir dil olan Malgaşça (Malagasi) aracılığıyla ortak bir kimlik geliştirmiştir. Bununla birlikte sosyal kurumlar ve gelenekler, alt gruplar, odak noktası boyunca önemli ölçüde farklılık gösterir. (1026) Malgaşça (Malagasi), Malayo – Polinezya kökenlidir ve genellikle adanın her yerinde konuşulur. Genellikle karşılıklı olarak anlaşılabilir olan sayısız Madagaskar lehçesi iki alt gruptan biri altında toplanabilir. (1027)
Madagaskarlılar’ın (Malgaşlar’ın; Malagasiler’in), kendilerine ait bir dîni vardır. Bu dînin adı Fomba Gasy’dir ve ülkenin en az % 60’ı bu dîne imân etmektedir. (1028)
Fomba Gasy çoktanrılı bir dîndir ve Tanrılar ile saygı duyulan atalar arasındaki çeşitli varlıklara tapınılır. (1029)
Baş Tanrı’nın adı Zanahary’dir. Zanahary Yaratıcı, Gökyüzü Tanrısı ve genellikle en çok saygı duyulan Tanrı’dır. Varlıklara hayat üfledi ve yaşam bahşetti. Ölümle birlikte bütün canlıların özleri Cennet’e O’nun yanına geri döner. (1030) O genellikle erkek ancak bazen cinsiyetsiz olarak kabul edilir. İnsanlığı yaratmak için Dünya Tanrısı Ratovantany ile işbirliği yaptığı için Yaratıcı Tanrı olarak kabul edilir. Ölüm üzerine rûh göğe göç eder, beden ise toprağa döner. Bu nedenle Zanahary, Fomba Gasy’de ve atalara tapınmada rûhla yakından ilişkilidir. (1031)
Yaratıcı Dünya Tanrısı Ratovantany ise varlıkların fiziksel bedenlerini şekillendirdi ve öldükten sonra kalıntılarını talep etti. Ratovantany, dünya ile ilişkili, kendi kendini yaratan bir Tanrı’dır. En belirgin şekilde, insanlığı yaratmak için Gökyüzü Tanrısı Zanahary ile bir anlaşma yapmıştır. İnsanları topraktan yaratmış olan Ratovantany, ölünce cesedi geri alır ve onu çürütür, ruh ise Zanahary’ye ve dolayısıyla gökyüzüne veya Güneş’e aittir. (1032)
Andrianerinerina ise Baş Tanrı Zanahary’nin oğlu, halk kahramanı ve kraliyet soyunun atasıdır. İnanca göre, Zanahary’nin oğlu, Madagaskar’ın ilkel orijinal sakinleri olan Vazimba ile oynamak için Angavokely’nin kuzeyindeki Anerinerina’da Dünya’ya indi. Vazimba, Andrianerinerina’nın etini yiyemediği için koyunlarını pişirmemeleri konusunda özellikle uyarıldı, ancak yine de bir tanesi kesilip kendisine sunulan bir güveçte pişirildi. Andrianerinerina, farkında olmadan yasak koyun eti yiyerek, babasına yeniden katılmak için Cennet’e geri dönemezdi. Sonuç olarak Zanahary, Vazimba’ya iki seçenek sundu: Hayatlarının iplerini çözmek ya da Andrianerinerina’yı efendileri olarak kabul etmek. Daha sonra kızlarından biri olan Andriamanitra’yı Andrianerinerina’ya eş olarak gönderen Zanahary tarafından yok edilmek yerine Andrianerinerina’ya hizmet etmeyi kabul ettiler ve böylece kraliyet soyu başladı. (1033)
Rapeto toprağı şekillendirmekle tanınan bir Dünya Tanrısı ve efsanevî kahramandır. (1034) Mahaka ve Kotofetsy ise bir çift Düzenbaz Tanrılar’dırlar. (1035)
Madagaskar’daki Fomba Gasy dînine ait yaratılış hikâyesi, Yaratıcı Tanrı Zanahary ve Cennet ile Dünya’nın Zanahary ile oğlu Andrianerinerina arasında bölünmesini anlatır. İsyankar bir kahraman ve “Tanrı’nın oğlu” olarak ibadetlerin sık sık teması olan Andrianerinerina veya insan bedenlerini kilden işleyen Toprak Tanrısı Ratovantany hikâyede sıklıkla görülür. Zanahary insanlara hayat vermiştir. (1036) Andrianerinerina’nın aksine, Andriamanitra saygı duyulan atalara atıfta bulunmak için kullanılır. (1037)
Atalar genellikle yaşayanların yaşamında yardımsever bir güç olarak görülür, ancak bazı Malagasiler arasında ataların rûhlarının, gözardı edilir veya istismar edilirse “angatra” (ölülerin hayâletleri) olabileceğine inanılır. Angatranın kendi mezarlarına musallat olduğuna ve onları rahatsız edenlere hastalık ve talihsizlik getirdiğine de inanılıyor. (1038)
Ataların beyanları veya eylemleri, genellikle Malagasi topluluklarının sosyal yaşamını şekillendiren tabuların kaynağıdır. Madagaskar genelinde lemurlar genellikle saygı görür ve fady (tabular) tarafından korunur. Mitlere göre genellikle ortak ata yoluyla insanlık ile lemurlar arasında bazı bağlantılar vardır. Özellikle indrinin kökeni hakkında çok sayıda açıklama vardır, ancak hepsi lemurların kutsal hayvanlar olduğu için avlanmamaları veya zarar görmemeleri emreder. Fomba Gasy teolojisi, Vazimba adı verilen cüce benzeri bir insanı orijinal sakinler olarak tasvir eder. Bazı Madagaskarlılar, bu orijinal yerlilerin hâlâ ormanların en derin yerlerinde yaşadıklarına inanıyor. Bazı topluluklarda, ölülere hürmet gösterme pratiği ataların en eskisi olan Vazimba’ya saygı duymaya kadar uzanabilir. Bazı Madagaskar kabilelerinin kralları, sonunda tüm Madagaskar’ı yöneten Merina Krallığı (1540 – 1897) da dahil olmak üzere, Vazimba ile kan akrabalığı olduğunu iddiâ etmektedir. Merina Krallığı Vazimba soyunun, krallığın kurucuları Merina Kralı Andriamanelo (? – 1575) ve annesi Merina Kraliçesi Rafohy (? – ?) aracılığıyla olduğunu iddiâ ediyor. (1039)
Siz sevgili okurlarımız bunları okurken ne düşünüyorsunuz bilmiyorum ama, bana öyle geliyor ki burada Vazimba adıyla bahsedilen cüce varlıklar, Hobbitler’dir. Ben şahsen kadim kültürlere ait hiçbir dînî anlatımı “tamamen uydurma” deyip geçmem; ister kutsal kitaplar anlatsın ister mitoloji olsun, ister bugün milyarlarca insanın imân ettiği bir dîn olsun ister dünyanın ücra bir köşesinde birkaç kabilenin imân ettiği bir dîn olsun, her anlatılan kadim hikâyede bir hakikat olduğunu düşünürüm. Dünyanın “gündemine” (ben “bilgisine” diyeyim) ilk kez İngiliz edebiyatçı, şair ve dilbilimci John Ronald Reuel Tolkien (1892 – 1973)’in 1937 yılında yayınlanan “The Hobbit” adlı romanıyla giren Hobbitler, ortalama insan boyunun yarısı kadar olan cüce insanlardı. Tolkien Hobbitler’i insan ırkının akrabaları veya insanlığın bir çeşitliliği ya da ayrı bir dalı olarak sundu. (1040) Hobbitler’in gerçekten varolabileceği düşüncesi, ortaya çıkan Hobbit evleriyle ve başkaca bulgularla insanların zihninde yer edinmiştir. (1041)
Fomba Gasy inancına göre, dünyada yaratılan ilk erkek Andriambahomanana, yaratılan ilk kadın Andriamahilala’dır. (1042) Baş Tanrı Zanahary, Andriambahomanana ve karısı Andriamahilala’nın birçok çocuğu olduğunu ve çocuklarının da çocukları olduğunu gördü. Ölüm gerekliydi. Zanahary nasıl bir ölüm istediklerini sordu. Andriambahomanana muz bitkisi gibi ölmeyi seçti. Ölümünde yeni sürgünler verirdi. Andriamahilala ise Ay gibi ölmeyi seçti. Çünkü Ay öldükten sonra tekrardan doğardı, yeniden dirilirdi. Tanrı, kadının dediğini yaptı. (1043)
■ SOTHO İNANCINA GÖRE İLK İNSANLAR
Lesotho’dayız…
Afrika kıtasının en güneyinde bulunan Lesotho, sınırları tümüyle Güney Afrika Cumhuriyeti ile çevrelenmiş, bu ülkenin içinde olan bir ülkedir. Lesotho’nun coğrafî olarak durumu tıpkı Avrupa kıtasında, sınırları tümüyle İtalya ile çevrelenmiş San Marino gibidir. San Marino nasıl ki İtalya’nın içinde ayrı bir ülke ise, Lesotho da Güney Afrika’nın içinde ayrı bir ülkedir.
“Lesotho” adı, “Sotho dilini konuşan halk” demektir. “Sotho” ise kelime olarak “çok çok batıda yurt edinmiş” anlamına gelir. (1044)
Sotholar ağırlıklı olarak Lesotho ve Güney Afrika’da yaşarlar. Sotho dili Bantu dil ailesine ait bir dildir; Sotho grubuna aittir. Lesotho’unun resmî dilidir; Güney Afrika’nın da 11 resmî dilinden biridir. Güney Afrika’da yaklaşık 4, 5 milyon insan tarafından Guateng, Limpopo ve Mpumalanga vilayetlerinde konuşulur. Her iki Sotho dilini biribirinden ayırt edebilmek için, Kuzey Sotho dili “Sesotho”, Güney Sotho dili ise “Sepedi”, “Pedi” veya “Transvaal – Sotho” olarak da adlandırılır. (1045)
Sotholar’ın da kendilerine ait dîni var: Sotho Dîni. Bu dîne göre yeryüzündeki ilk insan, Lituolone olarak da bilinen Ditaolane’dir. (1046)
Ditaolane doğmadan önce, neredeyse tüm insanlar Kammapa adlı bir canavar tarafından yenmişti. Geriye kalan tek insan, Ditaolane’nin kendini bir ahırda saklayan hamile annesiydi. Kadın sonra Ditaolane’yi doğurdu. Ditaolane doğduğunda, annesinin rahminden ilahî tılsımlardan bir kolye takarak çıktı. Annesi, bunun onuruna O’na “Kahin” anlamına gelen “Ditaolane” adını verdi. Bebek daha sonra neredeyse anında yetişkin bir insana dönüştü. (1047)
Ditaolane, dünyanın durumunu (hiç insan yaşamaması) ilk kez gördüğünde ve nedenini öğrendiğinde, canavar Kammapa’yı aramak ve O’nu yenmek için saklandığı mağaradan bir bıçakla çıktı. Kammapa ile olan karşılaşmasında Ditaolane, yaralanmadan kalmasına rağmen bütün olarak yutuldu. Vücûdunu içeriden keserek Kammapa’nın içinden kaçtı, bu da Kammapa’yı ölümcül şekilde yaraladı. Kammapa tarafından yenen insanlar, bunca zaman karnının içinde yaşıyorlardı ve onlar da Ditaolane ile birlikte kaçtılar. (1048)
Ne yazık ki, Ditaolane’nin kurtardığı insanlar, Kammapa’yı öldürebildiğinden beri O’nun da canavar bir varlık olduğunu düşünerek Ditaolane’den korkmaya başladılar. O’nu diri diri gömmeye çalışmaktan tutun pusuya düşürmek için bir ordu göndermeye kadar çeşitli şekillerde öldürmeye çalıştılar. Ditaolane bu duruma çok üzüldü; sadece kalbinin bir kuşa dönüşmesi ve cesedinden uçup gitmesi için intihar etti. (1049)
Bu hikâye akılda şöyle bir kuşku oluşturuyor: Afrika’nın güneyinde dinozorlar ile insanların birlikte yaşadığı bir zaman dilimi mi vardı?
■ BOLOKİ İNANCINA GÖRE İLK İNSANLAR
Zaire (Demokratik Kongo)’dayız…
Eski ismi Zaire olan Demokratik Kongo’da 200’ün üzerinde etnik topluluk bulunur. Bunlardan biri de, küçük bir topluluk olan ve Loki veya Ruki olarak anılan kavimdir. Bu topraklardaki Ruki Nehri’nin iki yakasında yaşadıkları için bu ismi almışlardır. Konuştukları dile de Loki (Roki) denir ve Bantu dil ailesine ait bir dildir. (1050)
Lokiler’in kendilerine ait dîni var: Boloki Dîni. Tek Tanrı inancına sahip Boloki inancında, Tanrı’nın adı Njambe’dir. Njambe, evreni ve her şeyi yaratan Yüce Yaratıcı’dır. (1051) Özellikle ölüm ve hastalık ile ilişkilendirilir. (1052)
Boloki inancına göre, yeryüzündeki ilk insan Libanza’dır. (1053)
İlk insan olan Libanza’nın doğumu ve ortaya çıkışı bir hayli ilginçtir:
İnanca göre, dünyadaki tüm hayvanları doğuran bir anne vardı. Bu kadın, yeryüzünde yaşayan bütün canlıların anasıdır. Bir gün yine hamile kalırken, doğumda bazı şeyler ters gitti ve bu kez hayvan değil, iki ayaklı, dik yürüyen, ayrıca akıl baliğ tuhaf bir canlı doğurdu. Bu, insandı. Annesinden doğduğunda, kalkanı ve mızrakları vardı. Annesi O’na Libanza adını koydu. Daha sonraki yıllarda annesi bir de kız insan doğurdu ve böylece Libanza’nın bir kızkardeşi de oldu. Kızın adı da Nsongo. İkisi beraber büyüdüler. (1054)
Günlerden bir gün, Libanza’nın babası karısı için meyve çalarken bilinmeyen bir varlık tarafından öldürüldü. Libanza sonunda bunu öğrendi ve kızkardeşi Nsongo ile babasının katilini takip etmek için bir yolculuğa çıktı. Daha sonra katilini öldürerek babasının intikamını almayı başardı. (1055)
Bu inancın insanın hoşuna giden güzel tarafı, diğer dînlerde olduğu gibi yalnızca bütün insanları değil, insan – hayvan bütün canlıları tek bir soya dayandırmasıdır. Biz insanlar ve tüm hayvanlar, hepimiz aynı anne – babanın çocuklarıyız ve hepimiz bir aileyiz. Dünya da bizim evimizdir.
■ BYERİ İNANCINA GÖRE İLK İNSANLAR
Ekvator Ginesi’ndeyiz…
Afrika’nın güneybatısında, Atlas Okyanusu kıyısında bulunan Ekvator Ginesi’nin nüfûsunun % 85’ini Fãn veya Pahouin gibi isimlerle de anılan Fang milleti teşkil eder. Fanglar ayrıca komşu Gabon’daki de en büyük etnik topluluktur ve orda da toplam nüfûsunun dörtte birini oluştururlar. Ayrıca kuzey komşusu Kamerun’un güneyinde de yaşarlar. Pahouin veya Pamue ya da Pangwe olarak da bilinen Fang dilini konuşurlar. Dilleri, Nijer – Kongo dil ailesine ait bir Güney Bantu dilidir. (1056)
Fang halkı, 16 – 19. yy’lar arasındaki büyük Trans-Atlantik ve Trans-Sahra köle ticaretinin kurbanlarıydı. Aslen kıtanın daha kuzeyinden, Kamerun ve Nijerya’dan olan Fanglar, Avrupalı beyaz sömürgecilerin köleleştirme faaliyetlerinden kaçıp güneye gelmiş, şu anda yaşadıkları topraklara gelmişlerdi. (1057)
Köle ticareti yapan Avrupalı beyaz işgalciler ve onların “semavî destekçileri” olan beyaz misyonerler tarafından “yamyam” olarak klişeleştirildiler, çünkü köylerinin yakınında açık veya ahşap kulübelerde insan kafatasları ve kemikleri bulunmuştu. Bu, onlara karşı şiddeti ve köleleştirilmelerini haklı çıkarmak için kullanılan bir iddiâydı. Köylerine baskın yapıldığında binlerce köy ve ahşap kulübe beyaz işgaciler tarafından yakıldı. (1058) Fakat bunun beyaz adamın aklaksızca ortaya attığı bir iddiâ ve onları köleleştirmelerini haklı çıkarmak için yaptığı yalan bir propaganda olduğu daha sonra anlaşılacaktı. Fang halkıyla gerçekten zaman geçiren sonraki etnologlar, Fang halkının yamyam olmadığını, köylerinin yakınlarında ve tahta kulübelerde muhafazâ ettikleri insan kemiklerinin kendi atalarına, ölmüş aile büyüklerine ait olduğunu, dînî inançları gereği ölen aile büyüklerinin kemiklerini bu şekilde muhafazâ ettiklerini, bunun Fang halkının ölüleri için rutin anma ve dînî saygı gösterme yöntemi olduğunu keşfettiler. (1059)
Fanglar’ın kendilerina ait bir dîni vardır. Biere veya Byeri olarak adlandırılan bu dîn Tek Tanrı inancına sahip bir dîndir. Ancak Fang ulusunun büyük çoğunluğu sömürgeciler ve misyonerler tarafından Hristiyan’laştırılmıştır. Lakin 1968 yılındaki bağımsızlıktan sonra birçok insan kendi eski gerçek dînine geri dönmüştür ve bu dönüşler bireysel bazda halen sürmektedir. (1060)
Byeri, özü itibariyle tektanrılı bir dîndi. Fakat üzerlerinde ikiyüz yıla varan Hristiyanlık asimilasyonu bu dînin özünü bozmuş, Tek Tanrı inancına sahip bir dîn iken, Hristiyanlık’taki “Teslis” (Üçleme)’den etkilenerek Üç Tanrılı bir dîn haline dönüşmüştür. Tanrılar’in isimleri Nzame, Mebere ve Nkwa’dır. (1061)
Güler misin ağlar mısın? Sözümona semavî dîn olan ve diğer insanları şirkten kurtarıp onlara Tek Tanrı (Tevhîd) inancını aşılaması gereken Hristiyanlık, bunu yapmıyor, yapmadığı gibi tam tersini yapıp, diğer insanları Tevhîdî çizgiden ayırıp onları şirke bulaştırıyor. Ama Müslümanlar’a sorarsan, Afrika’da Tek Tanrı inancına sahip bu yerel topluluklar “müşrik”, Hristiyanlar ise “ehl-i kitap”…
Devam ediyoruz…
Tanrılar’ın en büyüğü olan Nzame, evreni ve içindeki her şeyi yaratmaktan sorumludur. Gök cisimlerini yönetir, Mebere ve Nkwa ise liderlik (Mebere) ve güzellik (Nkwa) gibi belirli özellikleri içeren yaratılışın kadın ve erkek yönlerinden sorumludur. (1062)
Byeri dîninde “insanın yaratılışı” hikâyesi şu şekildedir:
Henüz insan yoktu, yeryüzünde canlı olarak sadece hayvanlar ve bitkiler vardı.
Baş Tanrı Nzame evreni ve dünyayı yarattıktan sonra, Mebere ve Nkwa, Nzame’ye yeni yaratılan dünya için bir lider seçilmesini önerdi. İlk başta dünyayı yönetmesi için üç hayvan seçildi: Fil, leopar ve maymun. Ancak Nzame aynı fikirde değildi, bu hayvanların dünyayı yönetemeyeceklerini, dünyayı yönetmek için daha akıllı bir canlı türü yaratmak gerektiğini söyledi. Böylece üç Tanrı ilk insanı yarattı. Yaratılan ilk insanın adı Fam’dır. (1063)
Fam aslında sıfırdan yaratılmamıştı, sekiz gün önce yaratılmış olan bir kertenkele idi ve onu insana dönüştürdüler. Her üç Tanrı’dan da kendisine yetenekler bahşedildi ve dünyaya hükmetmesi söylendi. Üç Tanrı daha sonra Cennet’e döndü. (1064)
Ne yazık ki aradan belli bir süre geçtikten sonra Fam’ın yeryüzündeki hayvanlara eziyet eden zalim bir lider olduğu anlaşıldı. Fam ayrıca sonunda kendisini yaratan Nzame’ye sırtını dönmeye başladı. Buna karşılık Nzame, ölümsüzlük bahşedilen Fam dışında dünyadaki herşeyi yok etti. Fam bir daha hiç görülmedi. (1065)
Nzame, Mebere ve Nkwa daha sonra dünyayı yeniden yarattılar ve Sekume adında yeni bir insan yarattılar. Fam’ın aksine Sekume ölümlüydü. O’nun için bir eş de yarattı. Kadının adı Mbongwe. Bundan sonra Fam ve karısı Mbongwe evlenip çoğaldılar, önce Fang milleti sonra da tüm insanlık oluştu. (1066)
Evet… Byeri dînine göre de dünyanın ve insanın yaratılışı bu şekilde. İlk yaratılan insanlar Sekume ve Mbongwe adlarında iki Afrikalı, Fang ulusundan. İlk yaratılan millet Fang ve tüm insanlar da Fanglar’ın soyundan geliyor.
Gördüğünüz gibi, sevgili okurlar, dîn hangi coğrafyada ortaya çıkmışsa, Tanrı dünyayı oradan başlayarak yaratmıştır ve ilk insanlar da oranın toprağından yaratılmıştır. Kıble orasıdır, mukaddes yerler oradadır, Tanrı ilk insanları oranın toprağından yaratmıştır ve hatta Tanrı da – hâşâ – oralıdır. İlk insanlar oranın dilini konuşur ve o toplumun atasıdır, o toplumdan da diğer tüm insanlık türer. “Elbette bunda akıl sahipleri için pekçok dersler vardır.”
Afrikalı gariban kardeşlerimizin bu haline üzülüyorum. İlk insanın İbrani veya Arap değil Fanglı olduğuna inanmakla, yaratılan ilk insanların İbranice veya Arapça değil Fang dilini konuştuklarını söylemekle kafir olmuşlar ve öbür dünyada cayır cayır yanacaklar. Âhirette herkesin Arapça konuşacağını, Cehennem’in bütün katlarının ve Cennet’teki her nesnenin isminin Arapça olduğunu, meleklerin isimlerinin İbranice ve Tanrı’nın isimlerinin de Arapça olduğunu bilmedikleri için hepsi Cehennem’e gidecek. Acıyorum hallerine; onlar için birşeyler yapmamız ve bu kardeşlerimizi uyarmamız lazım…
Nijerya’dayız…
– devam edecek –