■ YARUBA İNANCINA GÖRE İLK İNSANLAR
Nijerya’dayız…
Nijerya, 200 milyonu aşan nüfûsuyla, Afrika’nın en kalabalık ülkesidir. Bu ülkede birçok siyahî halk ve birçok dil mevcuttur. Nijerya, Afrika’nın bir minyatürü durumundadır; Afrika içinde küçük bir Afrika’dır. Hausalar, Fulaniler, İbolar, İbibiolar, Paganlar, Yarubalar, Edolar, İjolar, Kanuriler, Nüpeler, Tivler, Çambalar, Ekoiler, ülkenin başlıca halklarıdır. Afrika’daki en köklü ve en kalabalık halklar, Nijerya’dadır ve Afrika’nın en zengin dilleri Nijerya’da konuşulur. Buna karşın Nijerya’nın “resmî dili” nedir, bilir misiniz? İngilizce… (1067)
Nijerya’da, 250 kadar etnik grup vardır ve bunların her biri, kendi dilini konuşur. Nüfûsun hemen hemen yarısı Müslüman, % 35’i de Hristiyan’dır. % 15’i ise, kendi geleneksel dînlerine bağlıdır. Ülkede nüfûs artışı çok hızlıdır ve Nijerya halkının yarıdan fazlası 15 yaşın altındadır. (1068)
Nijerya’nın bir önemli etnik kesimi de, güneybatıda yaşayan Yarubalar’dır. Yarubalar, aslen Gineli’dirler ve ilk olarak 11. yy’da siteler halinde örgütlendiler. Başlıca kentleri, “siyasî merkez” olan İyo ve “dînî merkez” olan İfe’dir. Bunlar krallık idi, ama “krallık rejimi” ile değil, “halk yönetimi” ile yönetiliyordu. Beyaz Avrupa, “demokrasi” adını verdiği ideali ancak 19. yy’da uygulayabilmişken, Yarubalar bunu 11. yy’da, yani Avrupa’dan 8 âsır önce Nijerya’da uyguladılar. Aralarında ülkenin yüksek görevlilerinin birçoğu ve becerikli tüccarlar çıkar. (1069)
Yaruba insanlarında ortalamanın üzerinde ikiz doğum oranı vardır: Doğan her 1000 çocuktan 45’i ikizdir. Hatta bazı bilim insanları, Yaruba’nın dünyadaki en yüksek ikiz doğum oranına sahip halkı olduğunu söylüyor. 19. yy’ın ortalarına kadar ikizler Şeytan’ın işi olarak görülüyordu ve genellikle bir, bazen her iki çocuk ve hatta bazı durumlarda anne doğumdan sonra öldürüldü. 19. yy’ın ortalarında bu bakış açısı olumluya döndü. İkizler özellikle saygı görmeye başladı. Ancak ikizler için çocuk ölüm oranı özellikle yüksek olduğundan, küçük ahşap figürler oyulmuştur. Bunlara “ere ibeji” (ikizin imgesi), “ere” (kutsal imge), “ibi” (doğanlar) ve “eji” (iki) deniyordu. Anneler tahta figürleri ölen çocukların yerine koymuş ve onları bir çocuk gibi taşımış ve giydirmiştir. Figürler ölen çocukların rûhları için yeni bir yuva görevi görmeli ve böylece aileleri ikiz rûhun gazabından korunmalıdır. (1070)
Yarubalar’ın kendilerine ait dîni vardır ve bu dîne Yaruba İsése (Yaruba Dîni) deniyor. Bu dîn, Yaruba halkının geleneksel itikadî ve manevî kavramlarını ve uygulamalarını içerir. Anavatanı Güneybatı Nijerya ile Benin ve Togo’nun bitişik kısımlarını kapsayan ve Yarubaland olarak bilinen coğrafyadır. Yaruba dîni çeşitli geleneklerden oluşur ve tek bir kurucusu yoktur. Dîni inançlar, Yaruba toplumunu oluşturan tarih, hikâyeler, ezgiler (ilahîler) ve diğer kültürel kavramların toplam kompleksi olan “itàn” (tarih)’ın bir parçasıdır. (1071)
Yaruba dînî geleneği, yüzyıllar önce Afrika’dan Amerika’ya köle olarak götürülen Yarubalar tarafından Amerika kıtasında da halen sürdürülmektedir. Özellikle yoğun bir Nijerya – Yaruba kökenli siyah nüfûsun yaşadığı Brezilya, Arjantin, Uruguay, Surinam, Küba, Haiti ve Trinidad ve Tobago gibi ülkelerde birazdan anlatacağımız Yaruba dîni (İsêse) halen yaşatılmaktadır. Yaruba’nın dînî geleneği, bugün Amerika’nın bu ülkelerinde rastlanan bir dizi dînî geleneğin kökenidir. Bunlar arasında Vodoun (Voodoo), Santería, Umbanda, Candomblé, Macumba ve Hristiyanlık’la arasındaki sınırların genellikle değişken olduğu birkaç tane daha vardır. Hatta bazı teologlar, iki kıtaya da yayılması ve özellikle birçok ülkede siyahlar arasında geniş dağılımı nedeniyle Yaruba dîninin de tıpkı Hristiyanlık ve İslam gibi bir “dünya dîni” olarak kabul edilmesi gerektiğini söylerler. (1072)
İslam, 14. yy’da Yarubaland’a Hausa ve Wangara (Wankore) tüccarları ile yapılan ticaretin bir sonucu olarak geldi. O zamanlar Mali İmparatorluğu’ndan Bariba veya Borgu yoluyla kuzeybatı kanadından Yorubaland’a, Oyo şehrine giden bir ticaret yolu vardı. (1073) İkiyüz yıl sonra beyaz adam tarafından zincirlere vurularak Amerika’ya köle olarak götürülen Nijeryalılar’ın bir kısmı Müslüman Yaruba idiler. (1074)
Yarubalar, 18. yy’a gelindiğinde büyük ölçüde Müslüman’laşmış bir halktı. Nijerya’nın kuzeydoğusundaki Sokoto bölgesinde yaşayan Hausalar ve Fulaniler (Pöller) ile birlikte bugün ülkenin üç büyük Müslüman kavminden biridir. İslam, Yarubalar arasında 18. yy’ın başlarında yayıldı. Ayrıca bu dönemde ticaret yoluyla Oyo Krallığı da İslam’la tanıştı. (1075) Müslüman Yarubalar arasında geleneksel İslamî dîn adamlarına “alfa” veya “alufa” denir. Bir nevi bizdeki “hoca” veya “molla” ya da “seyda”, “şeyh” gibi nitelemelerin karşılığıdır. Bunlar halka İslamî eğitim verir, irşad vazifesi yaparlar. (1076)
Yarubalar geleneksel olarak çok dîndar insanlardır ve bugün dînî inançlarında çoğulcudurlar. Bazı Yarubalar Sünnî İslam’a bağlı kalırken, bazıları da Şiî İslam’a bağlı kalmıştır. Bununla birlikte Hristiyan olup Hristiyan mezheplerini takip edenlerin sayısı da çoktur. Ayrıca çok sayıda Yaruba halen kendi kadim Yaruba dîninin takipçisidir. (1077)
Nijerya’da sayıları en fazla olan etnik kesim, Hausalar’dır. “Hausa”, Nijerya’daki Sudanlılar’a verilen addır. Bunların konuştuğu Hausaca adlı dil, Nijerya’daki en zengin dildir ve halkın büyük çoğunluğu bu dili konuşur. Hausalar, Nijerya’nın kuzeyinde yaşarlar. Bunlar, Nijer’le onun bir kolu olan Benue arasına 7. yy’a doğru yerleştiler. Daha sonra ticarete açılan ve 14. yy’da İslam dînini benimseyen bu Hausa halkı, Nijerya’da küçük krallıklar kurdular. Bu krallıkların en önemli merkezleri Katsina, Kano ve Kebbi’ydi. Krallar, önemli kişilerce seçiliyordu. Fakat bu siteler, zamanla biribirleriyle savaşmaktan dolayı zayıfladılar. Geleneklerine bağlı kalan Hausalar, düzenlerini korumayı başarabildiler; iyi birer çiftçi ya da becerikli tüccarlardır. Hausa dilini bilirseniz, Batı ve Orta Afrika’nın her ülkesinde rahatça dolaşabilirsiniz. (1078)
Fulaniler de Hausalar gibi Nijerya’nın kuzeyinde yaşarlar. Bu etnik kesimin iki adı vardır; “Fulani” ve “Pöl”… Fulaniler (Pöller), Nijerya’nın ikinci büyük kesimidir. Nijerya’nın tarihi boyunca, tağutlara ve emperyalizme karşı Nijerya halklarının ortaya koyduğu tüm İslamî direniş hareketlerine Fulaniler öncülük etmiştir. Nijerya’daki tüm İslamî kıyam ve başkaldırıların başını hep Fulaniler çekmiştir. Sokoto İslam Devrimi’nin üç lideri, Şeyh Osman Dan Fadio (1754 – 1817), Şeyh Ahmedu Bello (1910 – 66) ve Hacı Ebûbekr Tawafa Belawa (1912 – 66), üçü de Fulani’ydi. Nijerya’daki İslamî hareketin bugünkü iki lideri, Şeyh Süleyman Kumo (? – halen hayatta) ve İbrahim Yaqub ez- Zakzakî (1953 – halen hayatta)’dir, yine ikisi de Fulani’dir. (1079)
Afrika, özellikle Nijerya, yer yer İslam devrimlerine şahit oldu. Nguniler’in kültür ve dîn konusunda, büyükbaş hayvan yetiştiriciliği konusunda, ele geçirdikleri yerleri bünyelerinde eritme konusunda gelenekçi bir tutum izlemelerine karşılık, batıda, daha sonra da kuzeyde, ortaya çıkan ayaklanmaların çoğuna, İslamî devrim eşlik etti. Bu savaşlardan en önemlilerinden biri, Nijerya’nın kuzey kesimini içeren Hausalar bölgesinde oldu. (1080)
Bölgede, İslam dînini benimsemiş olanların çoğu göçmendi. Bunların büyük çoğunluğunu da, kıt’ânın batısından gelmiş ve biribirinden bağımsız Hausa kent devletlerindeki durumlarından hoşnut olmayan Fulaniler (Pöller) oluşturuyordu. Fulaniler’in önderleri, Arap ilahiyatçıların yanında öğrenimini yapmış olan Osman Dan Fadio’ydu. Osman Dan Fadio ve önderliğindeki halk, Hausalar bölgesinde büyük bir İslamî kıyam hareketi başlattı. Kano, Katsina ve Zaira kentlerinin art arda düşmesinden sonra, 1810’da Fulani İslam direnişçileri bütün bölgeye egemen oldular. Böylece, yaklaşık 400 bin km²’lik bir alanda 15 kent – devlet, Osman Dan Fadio’nun devrimi altında birleşmiş oldu. 20. yy’ın başlarında sömürgeci İngilizler tarafından ele geçirilinceye kadar bütünlüğünü koruyan bu alanın Nijerya topraklarına katılması, daha sonra oldu. (1081)
Sömürgeci emperyalist beyaz adamların kıt’âyı ele geçirmelerinden hemen önce, Büyük Sahra’nın güneyinde kalan kesimde, üç İslam Devrimi daha gerçekleştirildi. Şeyh Osman Dan Fadio’nun öğrencilerinden bir Fulani olan Şeyh Ahmedu Bello, 1818’de Nijer Irmağı’nın yukarı kesimindeki Masina bölgesinde Müslümanlar’ın başına geçerek Bambaralar’a karşı cihad ilan etti ve bir İslam devleti kurup, sağlam bir biçimde örgütledi. Her eyalette temsil edilen Kırklar Meclisi yardımıyla yönettiği bu devlette içki, tütün ve dans yasaklandı. (1082)
1850 yıllarında, Osman Dan Fadio’nun soyundan gelenler tarafından eğitilmiş başka bir İslamî hareket önderi de El- Hacc Ömer (1797 – 1864)’dir. El- Hacc Ömer, Nijer Irmağı’nın yukarı kesiminde yeni bir savaşıma önderlik etmiştir. El- Hacc Ömer’in art arda zafer kazanan orduları, batıdan yaklaşmakta olan Fransız ordusuna karşı kahramanca çarpıştılar. Ama bu zaferler kısa ömürlü oldu. El- Hacc Ömer’den on yıl sonra, Fransızlar bu toprakları tekrar işgal ettiler. (1083)
Konumuza devam edelim…
Yaruba kültürü, derin bir felsefe, dîn ve halk masallarından oluşur. Onlar “ifa” kehanetinde vücûd bulurlar ve Yarubaland’da, ayrıca diasporada “Aydınlanma Kitabı” olarak bilinen kitapta yer alırlar. Yarubalar sağlam bir kozmoloji geliştirdiler. (1084)
En yaygın Yaruba (İsése) geleneksel dînî kavramlarından biri “orişa” kavramıdır. Orişa, Yarubalar’ın İsése dîninde her biri Tanrı’nin tezahürlerinden veya avatarlarından birini yansıtan tanrısal rûhlara verilen isimdir. Buna göre;
Yüce Tanrı’nın üç tezahürü vardır:
● Olodumare: Yaratılışın Kaynağı olan Rab Tanrı
● Olorun: Orún (Cennet)’in Efendisi olan Tanrı
● Olofi: Orún (Cennet) ve Ayé (Dünya) arasındaki kanal olan Efendi Tanrı
Metafizik kişileştirmeler veya rûhlar şunlardır:
● Orunmila: Bilgelik, kehanet, kader ve öngörü rûhu
● Ori: Kişinin rûhsal sezgisinin ve kaderinin kişileştirilmesi
Awọn orişa okunrin (Erkek orişalar):
● Aganjú: Yarubaland’daki volkanlarla ilşikili olan savaşçı orişa
● Obalúayé: Bulaşıcı hastalık ve şifa ile güçlü bir şekilde ilişkili orişa
● Erinlè: Fil avcısı ve doktor orişa
● Èşù: Dualitenin, başlangıçların, sorgulamanın ve dengenin orişası
● İbeji: Canlılık ve gençliğin ikiz orişası
● Lógunède: Savaşçı ve avcı orişa
● Obàtálá: Işık, manevî saflık ve ahlakî doğruluk orişası
● Odùduwà: Yarubalar’ın atası olan orişa
● Ogún: Demir, ateş, avcılık, tarım ve savaşa başkanlık eden orişa
● Okó: Avcı ve çiftçi orişa
● Osanyin: Bitkiler ve tıp orişası
● Oşumàrè: Üreme ile ilişkili ilahî gökkuşağı yılanı olan orişa
● Oşoosi: Avın, ormanın, stratejinin ve bilginin orişası
● Şàngó: Gökgürültüsü ve şimşek orişası
● Akògún: Saman giyen savaşçı ve avcı orişa
Awon orişa obinrin (Kadın orişalar):
● Ajé: Zenginlik orişası
● Ayao: İklim ve hava orişası
● Yewa: Yewa Nehri’nin orişası; anneliğin ve çocukların orişası
● Nàná Bùkùú: Nehirlerin ve dünyanın orişası
● Obà: Şàngó’nun ilk karısı olan yerlilik ve evlilik orişası
● Otìn: Avcı Erinl’in karısı olan nehir orişası
● Olókun: Denizlerin orişası
● Oşun: Oşun Nehri üzerinde hüküm süren diplomasi, zenginlik, mahremiyet, güzellik ve aşk orişası
● Oya: Nijer Nehri’nin orişası; rüzgâr, yıldırım, doğurganlık, ateş ve büyü ile ilişkili orişa
● Yemoja: Kadınların ve Ogun Nehri’nin koruyucusu olan orişa
● Yemowo: Obàtálá’nın karısı olan su orişası (1085)
Yaruba geleneği, genellikle kutsal bir sayı ile ilişkilendirilen 400 + 1 orişa, yani 401 orişa olduğunu söyler. Diğer kaynaklar, sayıyı “düşünebildiğiniz kadar çok, artı bir tane daha” şeklinde ifade ediyor. Farklı sözlü gelenekler 400 veya 700 hatta 1440 orişaya atıfta bulunur. (1086)
Yarubalar “atunwa”ya, yani “aile içinde reenkarnasyon”a inanırlar. Yaruba insanlarında isim olarak kullanılan “Babatunde” (Baba döner), “Yetunde” (Anne döner), “Babatunji” (Baba bir kez daha uyanır) ve “Sotunde” (Bilge adam döner) adlarının tümü, ailesel veya soydan yeniden doğuş kavramının canlı kanıtlarını sunar. (1087)
Yaruba dîninde yaratılışın kaynağı olan Rab Tanrı’nın adı Olodumare’dir. İsmi, Yarubaca’daki “Odu”, “Mare” ve “Oni” kelimelerinin birleştirilmesinden oluşturulmuştur ve “Yaratılışın Kaynağının Sahibi” anlamına gelir. (1088) O her şeye kadirdir ve her şeyin kaynağıdır. (1089) Yaratılışın başlangıcıdır ve her şeyin yaratıcısıdır. (1090)
Yaruba dîninde “dünyanın ve ilk insanların yaratılışı” hikâyesine “pataki” denir. Yaruba patakisi şu şekildedir:
İlk insan, İyá Nlá adlı bir kadındır. Bu kadın, yeryüzündeki tüm insanların annesidir ve isminin anlamı da zaten Yaruba dilinde “Büyük Anne” demektir. (İyá: Anne; Nlá: Büyük). (1091)
Yaruba ve İfe’nin ilk kral ve kraliçesi, aynı zamanda Yaruba ulusunun kurucu ata/anası da Oduduwa adlı bir erkek ve Obatala adlı bir kadındır. (1092)
■ EFİK İNANCINA GÖRE İLK İNSANLAR
Nijerya’nın diğer bir etnik topluluğu olan Efik halkı, ülkenin güneydoğusunda, az bir kısmı da Kamerun’da yaşayan bir kavimdir. Toplam nüfûsları yarım milyonu bulan Efikler, İbiboca ile yakından ilişkili bir dil olup Benue – Kongo dil ailesine ait Efikçe konuşurlar. (1093)
Efikler her ne kadar gümümüzde nerdeyse tümüyle Hristiyanlaş(tırıl)mışsa da, Efikler’in kendilerine ait bir dîni vardır: Efik Dîni. Efik Dîni’nde Yüce Yaratıcı Tanrı’nın adı Abasi’dir. Evlidir ve karısının ismi de Tanrıça Atai’dir. Eşi Atai, kendisi ile kulları arasında arabulucu olarak bilinir. (1094)
Başlangıçta Abasi ve Atai’nin Güneş’te yaşadığına inanılıyordu. Abasi, sağlığın rûhudur. Kabile üyeleri, Abasi’nin çığlıklarını duyup iyileştirmesi umuduyla sık sık Güneş’e yüksek sesle zikrederlerdi. Abasi’nin bazı kabilelere hastaları büyücülük yoluyla iyileştirme yeteneği verdiğine inanılıyordu. Kabileden biri hasta olduğunda, şef cadı doktorunu çağırırdı. Bir şifa töreni içinde kabile üyeleri ateş yakacaktı. Tüm kabilenin Abasi’ye ibadet şarkıları söylerken etrafta toplanması gerekiyordu. (1095) Zaman geçtikçe Efik halkı, Abasi’nin doğanın rûhu olduğuna inanmaya başladı. Sonunda bu, insanların Abasi’nin kendisi olduğu inancıyla Güneş’e tapmaya başlamalarına neden oldu. (1096)
Abasi, insanları yaratmaktan sorumlu olan, her yerde hazır bulunan ve her şeyi bilen bir Tanrı olarak tasvir edilir. (1097) Ancak Abasi, insanlarla doğrudan etkileşime girmez; “ndem” adı verilen bir rûhlar panteonu aracılığıyla iletişim kurar. (1098) Abasi’ye de doğrudan tapınılmaz ve bu nedenle türbeler Abasi’nin onuruna inşâ edilmez, bunun yerine Tanrı’nın aracıları “ndem” ve ata rûhları “mbukpo”, soyundan gelenlerin Abasi’nin lütfunu almasına yardım ediyor. (1099)
Efik mitolojisi, Efik halkı tarafından anlatılan, söylenen veya yazılan ve nesilden nesile aktarılan mitler koleksiyonundan oluşur. Efik mitolojisinin kaynakları arasında bardik şiirler, ezgiler (ilahîler), sözlü gelenek ve atasözleri yer alır. Efik mitleri ile ilgili hikâyeler, yaratılış mitlerini, doğaüstü varlıkları, efsanevî yaratıkları ve savaşçıları içerir. Bu hikâyeler başlangıçta Efik halkı tarafından anlatılmış ve Ay ışığı altında anlatılmıştır. (1100)
Efik inancında birkaç efsanevî yer bulunuyor. Efik Dîni, dünyanın düz olduğuna inanıyor. Dünyanın kenarı Ononkoni olarak biliniyor. (1101) Efikler, Onosi olarak bilinen ve ölülerin rûhlarının bulunduğu bir diyarın varlığına inanıyorlar. Onosi’nin bugünkü Usahadet köyü civarında olduğu ve “Obio Ndem” (Deniz Tanrıları) olarak bilinen Ndem Krallığı tarafından sınırlandığı söylenir. (1102)
Efik Dîni’ne göre “dünyanın yaratılışı” şu şekilde olmuştur:
Tanrı (Abasi), gökyüzünü (anyong), dünyayı (isong) ve okyanusu (inyang ibom) yarattı. Başlangıçta gökler ve yer birleşmişti ve okyanus onların altındaydı. Bir gün Abasi, yarattıklarından birine, şekil değiştiren bir deve, gökleri dünyadan ayırmasını söyledi. Dev başarılı oldu ve Abasi, dünyaya aşağı inmesini söylerken, gökyüzüne de yukarıda kalmasını söyledi. Düşerken, dünya okyanusa battı. Görünür kalan dünyanın hayatta kalan kısımları sahil oldu. Başarısından memnun olan dev, okyanus suyunda banyo yaptı. Fakat boğularak öldü ve vücûd parçaları yeryüzündeki canlıların itici gücü oldu. Gökler dünyayı kapladığında gündüz doğdu ve dünya göğü kapladığı zaman da gece düştü. (1103)
Efik Dîni’ne göre “insanın yaratılışı” ise şu şekildedir:
Tanrı Abasi, ilk insanlar olan bir kadın ve bir erkek yarattı. İnsanları mısır başaklarından yaratmıştı. Tanrıça Atai, insanların yeryüzünde yaşamasına izin vermesini istedi. Abasi bu isteği kabul etti ve yarattığı bu ilk insanlara “Yeryüzü sizin evinizdir; burada dilediğiniz gibi ve dilediğiniz kadar yaşayabilirsiniz” dedi. İnsanlar ölümsüz yaratılmıştı; ölüm yoktu. Sonuza kadar yaşayacaktılar. (1104)
Ama Abasi insanı “akıllı varlık” olarak yarattığı için, yarattığı bu canlıdan çekincesi vardı; onların kendisini aşacağından korkuyordu. Bu yüzden onlara iki tane yasak koydu:
“1 – Asla çalışmayacaksınız. Çünkü gıda ihtiyaçlarınız size bizim tarafımızdan hazır olarak sunulacaktır.
2 – Asla cinsel birleşme yoluna gitmeyecek, seks yapmayacak ve üremeyeceksiniz. Sadece ikiniz yaşayacaksınız ve kesinlikle çoğalmayacaksınız.” (1105)
Sonra onlara bir de kural koydu: “Yemek zili her çaldığında Cennet’e dönecek ve burada yemeğinizi yiyip tekrar Dünya’ya döneceksiniz.” (1106)
İnsanlar bu kuralları kabul etti ve bir süre için herşey yolunda gitti. Fakat zaman geçtikçe, kadın toprağa tohum ekmeye ve meyve – sebze yetiştirmeye başladı, onlardan yemek pişirdi. Kocası da karısının yaptığı yemeklerin Tanrı Abasi’nin onlara verdiği yemekten daha lezzetli olduğunu kabul etti. Çok geçmeden ikinci yasağı da çiğnediler. Yaptığı lezzetli yemeklerle kocasının kalbinde taht kuran kadına adam cinsel arzu da duymaya başladı. Ve yatağa girip birleştiler. (1107)
Tanrı Abasi ve Tanrıça Atai bu duruma çok kızdılar. Onları cezalandırmak için dünyaya hastalık ve ölüm gönderdiler. Böylece insan, ölümsüz bir canlı olma özelliğini yitirdi ve artık ölümlü bir beşer oldu. (1108)
Efik inancında insanın yaratılışı ve dünyadaki insan yaşamının başlangıcı bu şekilde anlatılırken, yaratılan ilk insanlar olan bu kadın ve erkeğin isimleri ile ilgili bir bilgi verilmiyor.
■ DAHOMEY (VODOU) İNANCINA GÖRE İLK İNSANLAR
Benin (Dahomey)’deyiz…
Benin, adını 13. – 19. yy’lardaki Benin Krallığı’ndan alıyor. Bu krallığın topraklarının büyük bir kısmı, bugünkü Nijerya’daydı. Benin’in 1975’ten önceki adı Dahomey idi. (1109)
Ülkenin en büyük etnik topluluğu, Fon kavmidir ve ülke toplam nüfûsunun % 40’ını teşkil ederler. Fon nu veya Agadja ya da Dahomey olarak da adlandırılan Fon halkı, bir Gbe etnik grubudur. Benin’in özellikle güney bölgesinde yoğunlaşmışlardır. Ayrıca Güneybatı Nijerya ve Togo’da da bulunurlar. Toplam nüfûslarının yaklaşık 3, 5 milyon kişi olduğu tahmin ediliyor ve Gbe dillerinin bir üyesi olan Fon dilini konuşuyorlar. (1110)
Fon halkı, 17. yy’da iyi organize edilmiş bir krallık olan ve Aja halkıyla daha eski kökleri paylaşan Dahomey Krallığı (1600 – 1894)’nı kuran millettir. Bu krallığın sınırları, başkentleri Abomey’den Atlantik kıyılarına kadar ulaşıyordu. (1111)
Afrika kıt’âsına Avrupalılar’ın ilk ayak basmasıyla ve yaklaşık olarak 1550 yılından sonra, Amerika kıt’âsında köle talebinin artmasıyla, önce Portekiz ve İspanya, ardından da İngiltere ve Fransa’dan tüccarlar (insan tüccarları), Senegal ve Gine kıyılarında, daha sonra da Gine Körfezi’nde bu iğrenç ticarete başladılar. “Altın Kıyısı” olarak nitelendirilen Gana toprakları boyunca kurdukları tahkimli ticaret merkezleri, sömürgeciliğin ilk küçük topraklarını oluşturdu. Kıt’ânın iç kesimlerinden gelen ürünler ve siyah köleler, Avrupa’dan gelen bakır, kumaş ve silahlarla değiş tokuş edilmeye başlandı. Silahların, ormanlık bölge krallarının gücünü arttırmasıyla, Batı Nijerya’da, Dahomey (Benin)’in ve Oyo’nun, Altın Kıyısı boyunca Dahomey, Akwamu ve Aşanti krallıklarının, batıda ve kuzeyde de daha küçük devletlerin askerî gücü arttı. Bunu, “batılılaşma” izledi. Daha güneyde yer alan Kongo Krallığı’nda Hristiyanlık yayıldı. Beyazlar, Hristiyanlık’ı zorla yayıyorlardı. (1112)
Bu dönemde Portekiz’in 16. yy’da Orta Afrika’nın Atlantik kıyılarındaki Kongo halkının topraklarına yerleşmesinden 200 yıl sonra, Güney Amerika’nın Karayipler ve Atlantik kıyı şeridinde çok sayıda plantasyon vardı ve bunlar zaten büyük bir köle talebi yaratmıştı. Dahomey Krallığı’nın genişleyen bölgesi, Avrupalı insan tüccarlarının kölelerini taşımak ve bu Trans-Atlantik ticareti sağlamak için iyi bir konumdaydı ve Fon halkının 18. – 19. yy tarihi genellikle bu bağlamda acılı geçmiştir. (1113)
Fon toplumunun dikkate değer bir parçası, yaklaşık 200 yıl boyunca kadın askerleri savaş rollerinde kullanmalarıydı. 3000’den fazla kadın, Fon topraklarını korumak ve erişimini genişletmek için düzenli savaşçılar olarak eğitildi ve hizmet etti. Kadın savaşçı tugayının başında bir kadın vardı. (1114) O döneme ait işgalci beyazlara ait yazılı kayıtlar, 19. yy sonunda emperyalist Fransız güçlerine karşı vatanlarını savunmak için savaşan ve tamamı kadınlardan oluşan “Dahomey Amazonları” adlı bir ordudan bahsederler. Tamamı Beninli siyahî Fon kadınlarından oluşan bu milis güçler, 1890 yılında işgalci Fransız güçlerine karşı çetin bir savaş vermiştir. (1115)
Fransız sömürge imparatorluğu dönemi, Fon kraliyetinin sonunu işaret ediyordu. Ancak Fransa, krallıktan miras aldıkları plantasyon sistemini korudu. (1116)
İşgal, fetih ve sömürgecilik dönemlerinde, önce Müslüman tebliğcilerin sonra Hristiyan misyonerlerin çabalarıyla Fon halkının önemli bir kısmı Müslüman önemli bir kısmı Hristiyan olmuşsa da, kendi geleneksel dînlerine bağlı kalmayı sürdüren ciddi bir nüfûs halen mevcudiyetini korumaktadır. İslam 11. – 13. yy’lar arasında Benin bölgesine gelirken, Hristiyanlık 18. yy’ın sonlarında gelmeye başlamıştır. (1117) Bazı Batılı tarihçilere göre Hristiyan misyonerler, Fon halkının geleneksel dînlerindeki yaratılış hikâyesini (birazdan anlatacağız) hiç bozmadan ve açıkça reddetmeden, kendi Hristiyanlık inancındaki ve İncil’deki Âdem – Havva kıssasıyla aynı olacak şekilde ve onların Legba’sını da Şeytan ile bütünleştirmeye çalıştılar. Bu ise Fok halkına, kendi öğretilerini terketmekten ziyade Hristiyanlık ile bağdaştırıcılığa yol açtı ve böylece Hristiyanlık’a geçişleri daha “sorunsuz” oldu. (1118)
Fok halkının yerli dîni, topraklarının eski kadim ismiyle nitelendirilir: Dahomey Dîni. Bu dîne Vodou da denir. Geleneksel olarak sözlü kültüre dayalıdır ve iyi gelişmiş çoktanrılı bir dînî sisteme sahiptir. (1119)
Dahomey (Vodou) Dîni, birbiriyle örtüşen dört unsura sahiptir: Genel Tanrılar, kişisel veya özel Tanrılar, ataların rûhları ve büyü veya tılsımlar. (1120)
Evrenin Yaratırıcısı olan Yüce Tanrı bir kadın Tanrı’dır ve ismi Nana Baluku’dur. İsmi bazen Nana Buruku veya Nana Buku olarak da zikredilir. (1121)
Tanrıça Nana Buluku’nun ikiz kardeşleri olan Tanrı Lisa ve Tanrıça Mawu, zaman zaman androjen bir rûh olan Mawu-Lisa olarak biraraya gelen yaratıcı rûhlardır. Doğum yaptıktan sonra Yüce Anne (Tanrıça Nana Baluku) emekli oldu ve her şeyi Mawu ve Lisa’ya bıraktı. Mawu-Lisa dünyayı yarattı ve düzenledi. Sonra bitkileri, hayvanları ve insanları yaptılar. Tüm bu süreç 4 gün sürdü. İlk gün dünya ve insanlık yaratıldı. İkinci gün dünya insan yaşamına uygun hale getirildi. Üçüncü gün insanlara akıl, dil ve duyular verildi. Son gün de insanlığa teknoloji armağan edildi. (1122)
Dahomey (Vodou) inancına göre, Tanrıça Mawu, canlı varlıklar yaratmak için düzenbaz Legba ve yılan Aido Hwedo ile birlikte çalışmak zorundaydı. Bu, iyiyi, kötüyü ve insanlar dahil her canlı için bir kader aşılayan bir yaratma yöntemiydi. Fon inancında kişi ancak daha küçük Tanrılar’ı ve Legba’yı yatıştırarak bu kaderi değiştirebilir. Bu yatıştırma, insanlara iyilik yapma yeteneğine sahip olduğuna inanılan daha küçük Tanrılar’a ve ataların rûhlarına ritüeller ve sunular gerektirir. (1123)
Dahomey (Vodou) Dîni’ne göre, yaratılan ilk insan bir kadındır ve ismi Gbadu’dur. (1124) İlk yaratılan erkek ile ilgili ise herhangi bir bilgi bulunmuyor.
İlk insan olan Gbadu’nun doğurduğu ilk çocuk da yine bir kızdır. İsmi, Minona. (1125)
Dahomey (Vodou) inancının kadını sürekli yücelten, erkeklere nazaran kadını daha üstün tutan akidesine baktığımızda, Fon halkının bu dînî, kültürel ve sosyal dokusuna hayran kalmamak mümkün değil.
Tanrı’yı bizim “semavîler” gibi erkek olarak değil, kadın olarak düşünmüşler.
Ayrıca hem yaratılan ilk insan bir kadın (erkeğin adı bile yok), hem de ilk insan olan bu kadının doğurduğu ilk bebek de bir kız çocuğu.
Bütün bunların üstüne onların “azize” tarihlerindeki Dahomey Amazonları adlı kadın ordusunu da eklediğimizde, karşımıza muazzam bir feminal kültür çıkıyor.
Yüzyıllar önce bizim “semavîler” (önce Müslüman tebliğciler, sonra Hristiyan misyonerler) bu halkı dîn değiştirmeye zorlayıp, onlara kendi dînlerini anlatırken neler anlatmışlar acaba? Hakikaten çok merak ettim. Acaba Fon kadınları “erkeğin kaburga kemiği” olduklarını öğrendiklerinde nasıl bir tepki vermişlerdir? Ya da erkek yalnızlık çekmesin diye yaratıldıklarını öğrendiklerinde? Merak işte…
Mali’deyiz…
– devam edecek –