■ KİKUYU İNANCINA GÖRE İLK İNSANLAR
Kenya’dayız…
Kenya hakikaten çok güzel bir ülke. Ne ararsanız var burda. Dünyanın en küçük okyanusuna (Hind Okyanusu) kıyısı var. Afrika’nın en büyük gölü (Victoria Gölü) bu ülkede. Afrika’nın hem en yüksek dağı (Kilimanjaro Dağı), hem de en yüksek ikinci dağı (Kenya Dağı), bu ülkede. Dünyanın en güzel tabiât parkı (Masai Mara Millî Parkı) bu ülkede. Dünyanın en büyük mülteci kampı da (Dadaab Mülteci Kampı), yine bu ülkede. Gördüğünüz gibi, “en”lerin ülkesi. (930)
“Kenya” adının kökeni, Kambas dilindeki “kima ja kegnia” ifadesidir ve “beyaz dağ” demektir. Burada kastedilen, tepesi kardan dolayı her zaman beyaz olan, bu ülkede bulunan ve Afrika’nın en yüksek dağı olan (5895 km) Kilimanjaro Dağı’dır, elbette. (931)
40 farklı etnik kökenin yaşadığı ve 50 farklı dilin konuşulduğu “dil ve etnisite cenneti” bir ülke. Kenya nüfûsunun etnik dağılımı şöyle: % 20, 78 Kikuyu, % 14, 38 Luhya, % 12, 38 Luo, % 11, 46 Kalenjin, % 11, 42 Kamba, % 6, 2 Somali, % 6, 15 Kisii, % 5, 1 Mijikenda, % 5, 07 Meru, % 1, 76 Masai, % 1, 52 Turkana, % 1, 2 Embu, % 0, 95 Taita, % 0, 6 Swahili (bu kadar az olmalarına rağmen dilleri ülkenin resmî dilidir) ve % 0, 5 Samburu. (932)
Kikuyular, Kenya’ya özgü bir Bantu etnik grubudur, ancak Tanzanya’da da az sayıda nüfûsları vardır. Coğrafî olarak Kenya Dağı civarında yoğunlaşmışlardır. Kenya’nın en büyük etnik grubunu oluştururlar. (933)
“Kikuyu” terimi, Swahili dilindeki “Gĩkũyũ” kelimesinden türetilmiştir. “Gĩkũyũ” da bu dilde “çınar inciri ağacı” anlamına gelen “mũkũyũ” sözcüğüne dayanır. Bu nedenle Kikuyu dilinde “Agĩkũyũ” kelimesi, “Büyük Çınarın Çocukları” anlamına gelir. “Agĩkũyũ” ayrıca “mũũgĩ” (bilge), “kũrĩ” (daha) ve “ũyũ” (kendisinden) sözcüklerinin birleştirilmesinden oluşturulmuş olabilir ve bu durumda “Başkaları için bilge olan kişi” anlamına gelir. (934)
İngilizler’in bu toprakları sömürmeye başlamasından ve 1895 yılında Britanya Doğu Afrikası’nı kurmalarından önce, Agĩkũyũ denen bu “bilge tabaka”, Kikuyular’ı coğrafî ve siyasî olarak nesiller boyunca neredeyse tüm dış etkilerden korumuş ve halkı asla başkalarına boyun eğdirmemişlerdi. (935) İngilizler’in gelişinden çok önce, köle ticaretiyle uğraşan Müslüman Araplar ve kervanları Agũkũyũ ulusunun güney kenarlarından geçti. Agĩkũyũ arasında bir kurum olarak kölelik yoktu ve köleleri yakalamak için baskınlar yapmadılar. (936)
Kikuyular büyük bir adalet duygusuna sahipti. Onların kendi dînlerinde “kĩhooto” olarak isimlendirilen “adalet” müessesesi, “herkese eşit ve kardeşçe yaklaşma” ilkesi gereğince kimsenin canına, malına ve ırzına kastetmiyorlardı. (937)
Kikuyular henüz semavî dînlerle tanışmamış “kafir” ve “sapkın” bir topluluk oldukları için, kölelik ve cariyelik nedir bilmiyorlardı. Başka insanları yakalayıp köle yapmak, kadınlarını ve kızlarını da cariye olarak almak nedir, böyle şeyleri bilmiyorlardı. Onların “cahiliye” dînlerinde ve kültürlerinde böyle şeyler yoktu. Kikuyular böyle şeyleri, kölelik ve cariyeliği ilk kez, semavî dînlere mensup “hak yoldaki” Müslümanlar (Araplar) ve Hristiyanlar (İngilizler) sayesinde tanıdılar.
Sevgili okurlarımın bu satırları okurken nasıl acı çektiklerini tahmin edebiliyorum. Şuna bütün kalbinizle inanmanızı isterim ki, ben bunları yazarken daha fazla acı çekiyorum. Fakat gerçekler acıdır maalesef, çok acı hem de. Elbette ben de sizlere hikâyeler, peri masalları anlatabilirim, ama bunu yapmam, yapmayacağım. Gerçekleri konuşmaktan daha karakterli birşey yoktur çünkü.
Kikuyular kölelik ve cariyelik ile, köle ticareti yapan ve onları köleleştirmeye gelen Müslüman Araplar ile tanıştılar. Kikuyu topraklarına girmeye çalışan Araplar anında çetin bir direnişle muhatap oldular ve Kikuyu direnişçileri tarafından anında ölümle karşılaştılar. (938)
İlk Avrupalılar ise 19. yy’ın sonlarında geldiler. Bunlar “güneşin batmadığı” bir imparatorluğa ama “güneşin doğmadığı” bir ahlâka sahip İngilizler’di. İngilizler önce bu topraklara demiryolları döşediler, ardından Kenya topraklarını peyderpeyh parselleyip sömürgeleştirdiler. Başta Kikuyular olmak üzere Kenya halkını da köleleştirdiler. (939)
Kikuyular’ın kendilerine ait dîni var: Kikuyu Dînî. Bu dîn Tek Tanrı inancına sahip bir dîndir ve Tanrı’nın adı Ngai’dir (Kenya’nın diğer halkları olan Masailer ve Kambalar’da da Tanrı’nın adı aynıdır; Ngai). Diğer isimleri Engai (Enkai) ve Mweai (Mwiai) olan Nagai, her şeyi yaratan ve gücü her şeye yeten Yüce Yaratıcı’dır. (940)
Kikuyular tektanrıcı bir inanca sahipler ve hâlâ öyleler. Ngai, evrenin ve içindeki her şeyin yaratıcısıdır. Ngai’ye genellikle “Göz Kamaştırıcı Işığın Sahibi” anlamına gelen Mwene Nyaga denirdi. Kenya’yı 1963 yılında bağımsızlığa götüren liderlerden biri ve Kenya Cumhuriyeti’nin ilk devlet başkanı olan, aynı zamanda antropolog ve kendisi de bir Kikuyu olan Ngengi Kamau ya da bilinen adıyla Mzee Jomo Kenyatta (1893 – 1978), henüz 1938 yılında ve Britanya’nın başkenti Londra’da yayınlanan 339 sayfalık “Facing Mount Kenya” adlı kitabında şunları yazmıştır: “Dûâlarda ve fedakârlıklarda Ngai’ye Kikuyu halkı tarafından Mwene-Nyaga (Parlaklığın Sahibi) olarak hitap edilir. Bu isim Kĩrĩ-Nyaga (Kenya Dağı) ile ilişkilidir, bu da şu anlama gelir: Parlaklık Dağı.” (941)
Ngai ayrıca Meru ve Embu kabileleri tarafından “Tanrı” anlamına gelen Mũrungu (Mũlungu) adıyla biliniyordu. Tanrı (Ngai)’nın “En Büyük Hükümdar” anlamına gelen Mwathani (Mwathi) sıfatı ise öteden beri ve halen dahi kullanılıyor olup “otoriteyle hükmetmek” veya “hüküm sürmek” anlamına gelen “gwatha” kelimesinden gelir. (942)
Aslında kabataslak bakıldığında Ortadoğu mahrecli Ezdaîlik, Zerdüştîlik, Musevîlik, Hristiyanlık ve İslam dînleriyle arasında pek fark bulunmayan Kikuyu Dîni’ne göre, Ngai (Tanrı, Allah, Yehova, Ahura Mazda, Ezda) dünyanın yaratıcısıdır ve sadece Kikuyular’ın değil tüm insanların Tanrısı’dır. Ancak Kikuyu ile özel bir ilişkisi vardı. Bu nedenle, asıl ikametgâhı Cennet olmasına rağmen, dünya ile ilgili işleri idare etmek istediğinde Kenya’ya iner ve Kenya Dağı’nda bir incir ağacının yanında ikamet ederdi. (943)
Aynen bizdeki gibi: Yahudîler (İbraniler) Tanrı tarafından seçilmiş özel millet. Peygamberlik onlara veriliyor. Yahudîler için Sina Dağı neyse, Müslümanlar için Hira Dağı neyse, Ezdaîler (Ézidîler) için Şengal Dağı neyse, Kikuyular için de Kenya Dağı o.
Daha önce dediğimiz gibi; dîn hangi coğrafyada ortaya çıkmışsa, Allah dünyayı oradan başlayarak yaratmıştır ve ilk insanlar da oranın toprağından yaratılmıştır. İlk insanlar oranın dilini konuşur ve o toplumun atasıdır, o toplumdan da diğer tüm insanlık türer. Kıble orasıdır, mukaddes yerler oradadır, Allah ilk olarak oranın insanlarını yaratmıştır ve hatta Allah da – hâşâ – oralıdır.
Zaten Kikuyu topraklarına “Nyũmba ya Mũmbi” denir ve bu ifade onların dilinde “Yaratıcı’nın Evi” anlamına gelir. (944)
Ngai (Tanrı, Allah, Yehova, Ahura Mazda, Ezda) ilk olarak Kikuyu topluluklarını yarattı ve onlara yaşam için gerekli tüm kaynakları sağladı: Toprak, yağmur, bitkiler ve hayvanlar. Ngai görülemez; ancak Güneş’te, Ay’da, yıldızlarda, kuyrukluyıldızlarda ve göktaşlarında, gökgürültüsünde ve şimşekte, yağmurda, gökkuşaklarında ve büyük incir ağaçlarında tezahür eder. Ngai’ye yapılan tüm kurbanlar bir çınar ağacının (Kikuyu dilinde “mũkũyũ”) altında gerçekleştirilir ve eğer mevcut değilse bir incir ağacı (Kikuyu dilinde “mũgumo”) kullanılır. Zeytin ağacı (Kikuyu dilinde “mũtamaiyũ”) kadınlar için kutsal bir ağaçtır. (945)
Kikuyu Dîni’nde ölenler ölü olarak değil, bu hayata katılmaya devam eden farklı bir durumda yaşıyor olarak görülüyorlardı. Gözardı edilen atalar yaşayanlara acı ve sefalet getirebilirken, saygın atalar refah ve memnuniyet getirebilir. Sünnet, düğün ve cenaze gibi ortak törenlerde de Ngai kutsanır. (946)
Kenya’daki Kikuyu Dîni’nin temel itikadî esasları (imânın şartları) ve felsefesi şöyledir:
1 – Evren, kendimiz ve görmediklerimiz de dahil olmak üzere gördüğümüz fiziksel şeyler olan etkileşimli ve birbirine bağlı güçlerden oluşur.
2 – Evrendeki tüm bu güçler (şeyler), zamanın başlangıcından beri kendi içinde yaratılışın hayatî ve ilahî gücüne sahip olan Allah’tan geldi.
3 – Allah’ın yarattığı her şey, Allah’tan (Yaratan’dan) yaratılana bir bağ taşır.
4 – Allah tarafından yaratılan ilk insanlar olan Kikuyular en güçlü yaşam gücüne sahiptirler, çünkü o gücü doğrudan Allah’tan alırlar.
5 – Bu ilk insanlar, iktidarda Allah’ın hemen altında oturdukları için, Allah’a mertebe olarak en yakın olan canlılardır.
6 – Bir bireyin mevcut ebeveyni, yakın ölüler ve atalar aracılığıyla Allah’a olan bir bağlantıdır.
7 – Dünyada, insanlar en yüksek miktarda hayatî güce sahiptir.
8 – Dünyadaki diğer tüm şeyler (kuvvetler), insanın yaşamsal gücünün (varlığının) daha güçlü hale gelmesi için yaratılmıştır.
9 – Her şeyin yaşam gücü vardır, ancak bitkiler ve hayvanlar diğer nesnelerden daha yüksek yaşamsal güce sahiptir.
10 – Bir insan, diğer insanlara kıyasla yaşamsal gücünün seviyesini sembolize etmek için bir hayvanı kullanabilir.
11 – Hayatî gücün her fiziksel tezahüründe, bu gücün çoğunun yoğunlaştığı belirli bir nokta vardır.
12 – Bir insan, hayati gücün bu yoğunlaşma noktasını tanımlayarak, şeyleri kendi yararına veya zararına kolayca manipüle edebilir. Bu güçler hakkında daha fazla bilgiye sahip olan ve genellikle yardım için daha yüksek güçleri çağırarak onları istediği zaman manipüle edebilen insanlar vardır.
13 – Daha yüksek kuvvetler, aracı olarak daha düşük kuvvetler (hayvan veya bitki kurbanı) kullanan insanlar tarafından çağrılır. Daha yüksek güçlere doğrudan yaklaşmak thahu (bir lanete yol açan iğrençlik)’dur.
14 – İnsan toplumu, bir insan gücünü güçlendirmek veya azaltmak, insan gücünün altındaki herhangi bir kuvveti güçlendirmek veya azaltmak için güçleri manipüle etme sanatında çok yetenekli birkaç seçkin kişiye sahiptir.
15 – Bir insan toplumunun lideri, o zamandaki en yüksek yaşamsal güce veya Allah’a en yakın olana veya her ikisine birden sahip olandır. Bu insan toplumunun lideri en yüksek yaşamsal güce sahip olduğundan ve dolayısıyla Allah’a herhangi bir kişiden daha yakın olduğundan, geri kalan insanları nihaî olarak Allah’a bağlayarak ve diğer insanların yaşamsal gücünü pekiştirecek şekilde onları daha düşük güçlere harekete geçmelerini besleyebilmelidir.
16 – Ölü bir atanın yaşam gücü, yeni bir çocuğun doğum eylemiyle, özellikle de çocuğa ölen atadan sonra isim verildiğinde ve her şeyin yolunda olduğu görüldüğünde hayata geri dönebilir. (947)
Allah aşkına; Musevîlik, Hristiyanlık ve İslamiyet’ten bir farkı var mı? Ordaki Kikuyular ibaresini silip yerine İbraniler veya Araplar yazın, al sana bizim “semavî dînler”…
Kikuyu Dîni’ne göre “insanın yaratılışı” şu şekildedir:
Kikuyu inancına göre ilk yaratılan erkek Gikuyu, ilk yaratılan kadın da Mũmbi (Mũmbi Muthiga)’dir. (948)
Tek ve gerçek Tanrı olan Ngai (Allah), Gikuyu adlı ilk insanı yarattı ve O’nu Kenya Dağı yakınlarında Mukurwe wa Gathanga adlı bir yere yerleştirdi. Ngai, vadiler, nehirler ve her türden hayvan ve meyveyle dolu devâsâ bir ormanla kaplı topraklardan büyük bir pay verdikten sonra, genellikle yaratılışını gözlemlediği Kenya Dağı’nın tepesindeki gökyüzüne gitti. O zamanlar dağ, Kenya Dağı olarak adlandırılmadı. Adı, Kirinyaga’ydı. Ngai genellikle dünyayı dolaşarak güzel yaratılışını inceler ve kendi yarattığı insanı hayranlıkla izlerdi. (949)
Allah (Ngai), Gikuyu’yu Kenya Dağı (Kirinyaga)’nın tepesine çıkardı ve O’na verdiği tüm toprakları gösterdi: Batı Kenya Dağı’ndan Aberdarlar’a, oradan Ngong Tepeleri’ne ve Kilimambogo’ya, sonra kuzeydeki Garba Tula’ya kadar. Ayrıca Gikuyu’ya, gözünü diktiği her şeyi O’na miras bırakacağına söz verdi. (950)
Ancak bir gün Gikuyu’nun yalnız olduğunu anladı. O’nu Kenya Dağı’ndaki en yüksek noktaya götürerek kendisine toprağın güzelliğini ve altındaki tüm hayvanları gösterdi. Sonra arazinin güzelliğini içine çektikten sonra, Ngai (Allah) ülkenin ortasında birçok mugumo (incir) ağacının büyüdüğü bir noktayı işaret ederek, Gikuyu’ya şöyle dedi: “Git. Git ve bir sürü mugumo ağacının olduğu o noktaya çiftliğini inşâ et.” Gikuyu’yu dağın eteğine götürmeden önce Ngai (Allah) O’na, “Bazen yardımıma ihtiyacın olacak. Ve bu olduğunda, tek yapman gereken kurban için bir keçi kesmek. Sonra ellerini Kirinyaga (Kenya Dağı)’nın tepesine doğru kaldır ve ben de ya yardım göndereceğim ya da kendi başıma gelip, yaşadığın problem ne olursa olsun sana yardım etmeye geleceğim” dedi. (951)
Gikuyu’yu orada bir sürpriz bekliyordu. Çünkü Allah (Ngai), kendisi için bir eş (kadın) yaratmıştı. Bu kadın Mũmbi’ydi. Gikuyu oraya gidince, Ngai’nin kendisi için yarattığı o güzel kadını gördü. (952)
Mũmbi Muthiga, Kĩkuyu halkının ve tüm insanlığın annesi olarak kabul edilir. O ve kocası Gikuyu, ilk insanlardırlar ve başta Kikuyu ulusu olmak üzere dünyadaki tüm insanların ana/atasıdırlar.
“Mũmbi” ismi, Kikuyu dilinde “yaratan”, “doğuran”, “kalıplayan”, “inşâ eden” gibi anlamlara gelir. Bu da “annelik” vasfına vurgu yapılarak yapılmış bir adlandırmadır. Zaten yaratılan ilk kadın olan Mũmbi’nin tam adı “Mũmbi Muthiga” (Mũmbi Ana)’dır. (953)
Gikuyu ile Mũmbi evlendiler. Bu evlilikten 9 kız çocuğu dünyaya geldi. Kızların isimleri şöyle (büyükten küçüğe doğru): Wanjiru, Wambui, Wanjeri (veya Waceera), Wanjiku, Nyambura (veya Wakiuru), Wairimu (veya Gathiigia), Waithira (veya Wangeci), Vangari, Wangui (veya Waithiengeni). (954) (Bütün bu isimler Kikuyu halkı arasında hâlâ popülerdir ve Kenya’da yeni doğan kız çocuklarına en çok takılan isimlerdir.)
Bu dokuz kız büyüyüp ergenliğe ve evlilik çağına gelince, baba Gikuyu baktı ki yeryüzünde kızlarıyla evlenecek erkek yok! Çünkü dünyada sadece kendisi, karısı ve dokuz kızı yaşıyor. Çözüm için Ngai (Allah)’ye döndü. Kendisine talimat verildiği gibi bir keçi kurban etti ve Kirinyaga (Kenya Dağı)’ya bakarken dûâ ettikten sonra Ngai (Allah) önünde belirdi. Yaratıcı’ya derdini açtı: “Ben ve eşim sadece kız çocukları doğurduk. Kızlarımız şimdi büyüdüler, evlenme yaşına geldiler. Ama dünyada hiç erkek yok. Ne yapalım? Derdimize bir çözüm bul.” Ngai (Allah) şöyle yanıtladı: “Eve dön, bir kuzu al ve büyük mugumo (incir) ağacının altındaki ibadet yerine git. Ailenizin geri kalanının size eşlik ettiğinden emin olun ve kızlarınız boylarına uygun çubuklar getirmelidir. Oradayken, hayvanı kurban olarak sun, yağını ve kanını ağacın gövdesine dök, sonra karından ağacın altında büyük bir ateş yakmasını iste ve kızlarının getirdiği sopaları ateşe at. Sopalar ve etler benim için kurban olarak yanarken, karını ve kızlarını eve götür. Sonra tek başına mugumo ağacına dön. Orada kızlarınla evlenmeye razı olacak dokuz yakışıklı erkek bulacaksın ve halkın çoğalıp bütün diyarı dolduracak.” (955)
Gikuyu talimatlara uygun davranıp tek başına ibadet yerine geri döndüğünde, tam zamanında geldi ve 9 erkeğin alev alev yanan kırmızı ateşten çıktığını gördü. Onları eve götürdü ve her kızı kendisiyle aynı boyda olan erkekle evlendirdi. (956)
Hikâyeye göre, Gikuyu – Mũmbi çiftinin Warigia adında onuncu bir kızları daha vardı. Ancak ablaları evlenme yaşına geldiğinde, O henüz çocuktu, ergenliğe ulaşmamıştı. O yüzden bu evlilik olayında O’nun bahsi geçmez. Fakat daha sonra kendisine ne olduğu ile ilgili bir bilgi bulunmuyor. (957)
9 aile çoğaldı ve tüm Kikuyular’ın ait olduğu 9 ünlü kabileyi ortaya çıkardı. Kabilelerin isimleri, 9 kızın orijinal isimlerinden türetilmiştir, ancak telaffuzları biraz farklıdır: Anjiru, Ambui, Aacera, Angaciku, Ambura (veya Aakiuru), Airimu (veya Agathiigia), Aithirandu (veya Angechi), Angari (veya Aithekahuno) ve Angui (veya Aithiegeni). (958)
Çok güzel yaa… Hakikaten müthiş etkileyici bir yaratılış hikâyesi.
Hikâyenin en güzel tarafı da nedir, biliyor musunuz? Bizdeki Habil – Kabil hikâyesinde olduğu gibi Allah kardeşleri birbirleriyle evlendirmiyor. İnsanların soyları devam etsin ve çoğalsınlar diye, kardeş kardeşe ensest ilişki kurdurtmuyor. Tüm insanların soylarının dayandığı bu ilk kızları ve ilk erkekleri ayrı ayrı yaratıyor.
Bir de şu var: Bu durumda biz insanların soyu, ilk insanlar olan Gikuyu ve Mũmbi’ye, sadece anne üzerinden dayanıyor. Çünkü annelerimiz olan o kızların kocaları, Gikuyu – Mũmbi çiftinin doğurduğu oğullar değil, onlar ayrıeten yaratılıyorlar.
Anaerkil (matrilokal) bir akaid ve oldukça da mâsum.
Kenya’daki Kikuyu insanları – bu arada Kenya’yı da gidip gezdim ve Kikuyular’ı iyi tanırım – halen dahi birbirlerine “Andu a nyumba ya Mũmbi” diyerek atıfta bulunurlar ve bu hitap Kikuyu dilinde “Mũmbi’nin evinin insanları” anlamına gelir.
■ MASAİ İNANCINA GÖRE İLK İNSANLAR
Kenya’nın bir diğer – ve bence en ilginç – etnik topluluğundan biri olan Masailer ise, ağırlıklı olarak Kenya ve Tanzanya’da yaşarlar. Afrika Büyük Gölleri’ndeki birçok oyun parkının yakınında ikamet etmeleri ve kendine özgü gelenekleri ve kıyafetleri nedeniyle uluslararası alanda en iyi bilinen yerel topluluklar arasındadırlar. Nilotik dil ailesinden olan Masai dilini konuşurlar. (959)
Masailer, köleliğe en sert biçimde karşı çıkıp en şiddetli direnişleri gösteren kavimdir. Yukarıda anlattığımız üzere, önce Müslüman Araplar’ın sonra Hristiyan İngilizler’in köle pazarlarına, Kenya halkını köleleştirme çabalarına karşı en asil duruşu sergilemiş topluluktur. Öyle ki, Müslüman ve Hristiyan köle tüccarları bu topraklarda en çok Masailer’den korkuyorlardı. (960)
Masailer de Tek Tanrı inancına sahip bir kavimdir ve Masai Dîni’nde Tanrı’nın adı, Kikuyu Dîni’ndekiyle aynıdır. Ama Kikuyular Tanrı’nın ismini Ngai şeklinde telaffuz ederken, Masailer Engai şeklinde zikreder. (961) Ama aynı isimdir, sadece başında fazladan bir harf vardır ve bu da iki dil arasındaki farklılıktan kaynaklanır.
Engai, çift doğası olan tek bir Tanrı’dır: Engai Narok (Siyah Tanrı) yardımseverdır, Engai Na-nyokie (Kızıl Tanrı) ise cezalandırıcıdır. (962)
“Ngai” veya “Enkai” adları, Masai dilinde “Yağmur” ile eşanlamlıdır. (963) Çünkü Masai kültüründe doğa ve onun unsurları, dînlerinin önemli bir parçasıdır. (964)
Tanrı (Engai), Tanzanya’daki Ol Doinyo Lengai adlı dağın zirvesinde tahtta oturuyor (dağın ismi Masai dilinde “Tanrı’nın Dağı” anlamına gelir) ve Masailer’e bu dünyanın tüm sığırlarını verdi. (965) Bu inanç, onlara diğer tüm sığır sahiplerinin sığırlarını hırsızlık yoluyla alma haklarının olduğu gibi tehlikeli bir düşünceyi aşılamıştır. Bundan Masailer, sığırlarını diğer halklardan zorla alma hakkını elde ederler ve bu sığır hırsızlığını sıklıkla yaparlar da. Bu genellikle diğer yerli halklarla aralarındaki silahlı çatışmaların sebebidir. (Kenya’daki diğer etnik topluluklar bu nedenle Masailer’i “sığır hırsızları” diyerek anarlar. Ne kadar ayıp! Resmen inanca hakaret var burda. Halbuki Masailer sadece dînî vecibelerini yerine getiriyorlar. “İnanmıyorsan bari saygı duy!”)
Geleneksel Masai yaşam tarzı, temel besin kaynaklarını oluşturan sığırlarının etrafında toplanır. Bir adamın servetinin ölçüsü, sığır ve çocuklardır. 50 sığırlık bir sürü saygındır ve ne kadar çok çocuk olursa o kadar iyidir. Birinde bol olan, diğerinde olmayan fakir sayılır. Masai’nin gıda ihtiyaçlarının tamamı sığırları tarafından karşılanmaktadır. Eti yerler, her gün sütü içerler ve ara sıra da kanını içerler. Özel günlerde ve törenlerde eti için boğa, keçi ve kuzu kesilir. (966) Masai’nin tüm yaşam biçimi tarihsel olarak sığırlarına bağlı olmasına rağmen, daha yakın zamanlarda sığırlarının azalmasıyla Masailer sorgum, pirinç, patates ve lahana gibi yiyeceklere de yönelmişlerdir. (967)
Ayrıca Masai toplumunun iki ayağı veya totemi vardır: Oodo Mongi (Kızıl İnek) ve Orok Kiteng (Kara İnek). (968) Masailer’in ayrıca totemik bir hayvanı da vardır ve bu aslandır, ancak hayvan öldürülebilir. Masai’nin aslanı öldürme şekli, geçit töreninde kullanıldığı için ganimet avından farklıdır. (969)
Masai Dîni’nde, “laibon” (çoğulu “laiboni”) olarak anılan dîn adamları (rahipler veya kahinler), yaşayanlar dünyası ile Yaradan arasında aracılık ederler. Kurban ve libasyon (şarap içme) da dahil olmak üzere dînî törenleri düzenler ve yönetirler, ayrıca insanları fiziksel ve rûhsal olarak iyileştirirler. (970)
Masai Dîni ile Kikuyu Dini ayrı iki dîn olmasına rağmen çok fazla benzerlik göstermektedirler. Ancak bazı hususlar farklıdır. Örneğin Masai Dîni’nde, yaratılan ilk erkeğin ismi Gikuyu değil Leeyio’dur. Engai (Tanrı), ilk savaşçı Leeyio’yu yarattı ve O’na ölü çocukların üzerine okuması için onları hayata döndürecek ve ölümsüz kılacak sihirli bir ilahî verdi. Ancak Leeyio kendi oğlu ölene kadar ilahîyi söylemedi. Ancak o zamana kadar çok geçti. Leeyio’nun unutkanlığı nedeniyle ölüm her zaman insanlar üzerinde bir hak olacak ve her nefis ölümü tadacaktır. (971)
Bugünkü Kenya Cumhuriyeti bayrağının tam ortasında Masai kalkanı vardır.
Evet… Kenya’daki Kikuyu ve Masai dînlerinde de “insanın yaratılışı” hikâyesi bu şekilde.
Kenya ile ilgili – bu kez özel – bir anekdot da paylaşıp bu ülkeyi bitireyim. Konumuz olan “insanın yaratılışı” ile ilgisi yok ancak “din” ile ve Kikuyu ile ilgisi var:
2011 yılında Somali’de baş gösteren açlık ve kuraklık felaketi (972) nedeniyle komşu Kenya topraklarına hicret eden ve Kenya’nın Garissa ilinin Dadaab ilçesi yakınında, Somali sınırına 100 km mesafede kurulmuş olan ve “dünyanın en büyük mülteci kampı” durumundaki Dadaab Mülteci Kampları’na yerleştirilen (973) Somalili mültecilere insanî yardım ulaştırmak amacıyla Kenya’ya gidip orda bir hafta mültecilerle kaldığımda (974) , benim ahlakımdan ve karakterimden etkilenip Müslüman olan kafilemizin Hristiyan şoförü Charles Kamau da bir Kikuyu idi. Hatta Kenya’nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyatta ile aynı kabileden; zirâ yukarıda anlattığımız üzere Kenyatta’nın gerçek adı Ngengi Kamau, yani soyadları aynı. Başkent Nairobi’de yaşayan ve taksi şoförlüğü yapan – o zaman – 46 yaşındaki ve 4 çocuk babası Charles Kamau ile bir hafta boyunca Afrika tarihi üzerine sohbet etmiştik ve bu konudaki bilgime – söylemesi belki doğru değil o yüzden mazur görün – hayran kalmış, ahlâkımdan ve kişiliğimden etkilenerek Müslüman olmuştu. Ama ben – Allah şahid – O’na hiçbir biçimde dînî bir tebliğatta bulunmamıştım, öyle birşey aklımın ucundan dahi geçmiyordu. Sadece Afrika tarihi ve Afrika’daki bağımsızlık hareketleri konusunda sohbet ediyorduk. Güzel insan Charles Kamau, Müslüman olunca ismini İbrahim Sediyani Kamau olarak değiştirdi. Fakat bunu da kendi isteğiyle yaptı, benim talebim değildi ve olamazdı da. (975)
Velhasıl anlayacağınız, sevgili okurlar, şu anda dünyada bir tane daha İbrahim Sediyani var, ama Kürt değil Kikuyu. Kenyalı ve bu ülkenin başkenti Nairobi’de yaşıyor. (Öbür tarafta hurilerimi isterim)
■ BAGANDA İNANCINA GÖRE İLK İNSANLAR
Uganda’dayız…
“Uganda”, ismini 19. yy’a kadar bölgenin en güçlü devleti olan Buganda Krallığı’ndan alır ve “İnsanların Ülkesi” demektir. “Bu” sözcüğü “ülke” demektir; “ganda” ise “insanlar” anlamındadır. (976)
Uganda’daki en büyük etnik topluluk, Baganda’dır. Bantu etnik grubuna ait bir kavim olan Bagandalar, geleneksel olarak Luganda dilini konuşurlar ve Uganda toplam nüfûsunun % 16, 5’ini (5, 6 milyon) teşkil ederler. (977) Esas olarak, Afrika’nın en büyük gölü olan Victoria (Nyanza) Gölü çevresinde yaşayan Bagandalar, toplam 52 kabileden oluşur. (978)
“Baganda”, konuştukları Luganda dilinde “Ganda Halkı” demektir. “Ba” sözcüğü “halk” anlamına geliyor. Tekil olarak o kavimden sadece bir kişi kastedildiğinde ise “Muganda” deniyor, yani “Ganda ferdi”. (979)
Geleneksel olarak tarımla meşguldürler. Kendi kullanımları için tatlı patates, manyok, mısır, yerfıstığı, muz vb. ürünler yetiştirirler. İç ve dış pazarlar için kahve, tütün ve çay yetiştirilmektedir. (980)
Baganda kavminin de kendine ait dîni var: Ganda Dîni. Ganda Dîni’nde evreni ve içindeki her şeyi yaratmış olan Yüce Yaratıcı’nın adı Katonda’dır. (981) O, aynı zamanda Baganda halkının babası ve lideridir. (982) Kısacası Yahudîler Yehova’yı nasıl görüyorlarsa (bir de İslam perdesi altında Arap nasyonalizmi yapanlar Allah’ı nasıl görüyorlarsa), onlar da Katonda’yı öyle görüyorlar.
Yüce Tanrı Katonda’nın birkaç ismi ve sıfatı vardır. O sıfatlar şunlardır: Lissoddene (Gökteki Büyük Göz), Kagingo (Hayatın Efendisi), Ssewannaku (Sonsuz), Lugaba (Herşeyi Veren), Ssebintu (Herşeyin Efendisi), Nnyiniggulu (Cennet’in Efendisi), Namuginga (Şekillendiren), Ssewaunaku (Merhametli), Gguluddene (Devâsâ Olan), Namugereka (Paylaşan). (983)
Katonda göklerde yaşayan, gökleri temsil eden ve maddî dünyayı doğrudan etkilemeyen uzak bir Tanrı olarak düşünülür. Bunun yerine, varlığı “Balubaale” (Yavruları)’nin eylemleri aracılığıyla hissedilir. (984) Dünya işlerine karışmamasına rağmen, Katonda âhirette mevcuttur ve insanların yargısına başkanlık eder. (985)
Yüce Tanrı’nın yavruları olan ve “Balubaale” olarak anılan “Yavru Tanrılar”dan önemli bazıları şunlardır:
■ Ggulu: Cennet’teki her şeyin yaratıcısıdır. (986)
■ Mukasa (Mughasa): Hasat, Doğurganlık, Sağlık ve Refah Tanrısı’dır. (987) Balubaale’de en yüksek sıradaki Tanrılar’dan biridir ve bazı kaynaklarda Yavru Tanrılar’ın lideri olarak bilinir. (988) Mukasa, Victoria (Nyasa) Gölü’nün koruyucusu olarak da tanınır. Birincil tapınağı Bubembe Adası’nda bulunuyor ve bu tapınak bugün hâlâ mevcut. (989) Hayırsever bir Tanrı’dır. (990)
■ Kibuka (Kibuuka): Savaş Tanrısı’dır. (991) Mukasa’nın küçük kardeşi olan Kibuka, savaş zamanları, hastalıklar ve diğer felâket olayları sırasında Baganda krallarına sıklıkla tavsiyelerde bulunur. Bazı kaynaklara göre Kibuka da tıpkı ağabeyi Mukasa gibi ölümlüydü ama Tanrılık vasfına yükseldi. (992)
■ Mgulu (Ggulu): Nambi’nin babası. (993)
■ Nambi: Mgulu (Ggulu)’nun kızı olan Dişi Tanrı. (994)
■ Walumbe: Mgulu (Ggulu)’nun oğlu ve Nambi’nin kardeşidir. Dünyadaki hastalık ve ölümlerden sorumludur. (995)
■ Wanga: Kehanet ve sağlıktan sorumludur. (996) Wadda ve Bukulu’nun oğludur. (997)
■ Musisi: Depremlerden sorumludur. (998)
■ Laba: Depremlerden sorumludur. (999)
Aslında, objektif biçimde ve “anlamaya meyilli” bir gözle bakarsak, burda “yavru tanrılar” olarak vasıflandırılmış karakterler, görevleri bakımından tam olarak bizdeki “meleklere” tekabül ediyorlar. Bir farkla ki, insanlar gibi aile kuruyorlar ve ürüyorlar.
Baganda Dîni’nde “insanın yaratılışı” hikâyesi şu şekildedir:
Tanrı (Katonda) tarafından yaratılan ilk insan, Kintu adlı bir erkektir. (1000) Kintu, dünyadaki ilk insan ve Uganda ovalarını tek başına dolaşan ilk insandı. O aynı zamanda, ilk krallıkları yaratan tüm insanların babası olarak da bilinir. (1001)
Kintu ilk Muganda (Baganda, Ugandalı)’dır ve Podi’de Dünya’ya indikten sonra doğudan, Elgon Dağı yönünden geldi ve Uganda’ya gelirken Busoga’dan geçti. Kibiro’ya gitti, ardından Uganda’nın günümüzdeki Wakiso bölgesindeki Kyadondo’ya ulaştı. Orada Uganda ülkesini ve Buganda ulusunu kurdu. (1002)
Yaratılan ilk insan olan Kintu, Balubalee Tanrıları’ndan biri olan Mgulu (Ggulu)’nun kızı olan Dişi Tanrı Nambi ile evlenir. (1003)
Tanışmaları ve evlenmeleri şöyle olmuştur: Kintu, Uganda ovalarında, sahip olduğu tek inek ile ortaya çıkar ve Gökyüzü Tanrısı Mgulu (Ggulu)’dan muz ve darı ile ödüllendirilmeden önce inek sütü ve gübresiyle beslenir. Mgulu (Ggulu) ile karşılaşmadan önce Kintu, Mgulu (Ggulu)’nun kızı Nambi ile ve gökten gelen kızkardeşiyle tanışır. Önce sevgili ineğini Mgulu (Ggulu)’ya götürürler, insanlığını kanıtlamak ve Mgulu (Ggulu) tarafından göğe kabul edilmek için. Gökyüzüne vardığında, ilk insan Kintu, Tanrı Mgulu (Ggulu) tarafından her biri bir öncekinden daha zor ve daha karmaşık olan beş ardışık denemeyle test edilir. Ancak Kintu, tanımlanamayan ilahî bir gücün yardımıyla her imtihandan başarıyla çıkabilmektedir. Mgulu (Ggulu), Kintu’nun zekâsı ve dayanıklılığından etkilenir, çabalarını kızı Nambi ile ödüllendirir ve muz, patates, fasulye, mısır, yerfıstığı ve tavuk gibi birçok tarımsal hediyeyi çeyiz olarak verir. Bu noktadan sonra Kintu’ya Uganda’da hayatı başlatabilmesi için temel malzemeler verilmiştir. Ancak semâdan ayrılmadan önce, Kintu ve Nambi, Mgulu (Ggulu) tarafından, Nambi’nin kardeşi olan Hastalık ve Ölüm Tanrısı Walumbe’nin korkusuyla Dünya’ya geri dönerken herhangi bir nedenle geri gelmemeleri konusunda uyarılırlar. Walumbe onları Dünya’ya kadar takip eder ve onlara büyük sorun çıkartır. Kintu ve Nambi, Mgulu (Ggulu)’nun uyarısını dikkate almazlar ve Walumbe, tavuğun Dünya’da geride bıraktığı ve orada geçirdiği kısa sürede, Nambi’nin nerede olduğunu anlamış ve Kintu’yu yaşamasına izin vermesi için tavuğun hissetmek zorunda olduğu darıyı almak için gökyüzüne geri dönmüştür. Kardeşi Walumbe’nin Kintu’ya gökten inerken eşlik ettiğini görünce, Nambi önce kardeşini reddetti, ancak Walumbe sonunda O’nu onlarla kalmasına izin vermeye ikna etti. (1004)
Üçü ilk önce Uganda’daki Magongo’ya yerleştiler ve burada dinlendiler. Dünyadaki ilk mahsulleri ektiler: Muz, mısır, fasulye ve yerfıstığı. Bu süre zarfında, Kintu ve Nambi’nin üç çocuğu oldu ve Walumbe, birinin kendisinin olduğunu iddiâ etti. Kintu, gelecekteki çocuklarından birine söz vererek bu talebi reddetti. Bununla birlikte, Kintu ve Nambi daha fazla çocuğa sahip olmaya devam ettiler ve her çocukla Walumbe’yi reddettiler, bu da O’nun saldırmasına ve Kintu’nun her bir çocuğunu öldüreceğini ilan etmesine neden oldu. Üç gün boyunca her gün, Kintu’nun çocuklarından biri, Kintu gökyüzüne dönüp Mgulu (Ggulu)’ya cinayetleri anlatana kadar Walumbe’nin ellerinde öldü. (1005)
Mgulu (Ggulu), Walumbe’nin eylemlerini bekledi ve diğer oğlu Kayiikuuzi’yi, Walumbe’yi yakalayıp gökyüzüne geri getirmeye çalışmak için Dünya’ya gönderdi. Kintu ve Kayiikuuzi Dünya’ya indiler ve Nambi tarafından Kintu’nun gökyüzüne yaptığı yolculuk sırasında birkaç çocuğunun daha öldüğü konusunda bilgilendirildiler. Buna karşılık Kayikuuzi, Walumbe’yi çağırdı ve ikisi biraraya gelip savaştı. Kavga sırasında Walumbe yerdeki bir deliğe kaçmayı başardı ve Kayiikuuzi O’nu geri almaya çalışırken daha derine inmeye devam etti. Bu devâsâ deliklerin günümüzde Ntinda’da olduğuna inanılıyor. Acımasızca kazdıktan sonra Kayiikuuzi yoruldu ve Walumbe’yi kovalamaya ara verdi. Kayiikuuzi iki gün daha yeryüzünde kaldı ve Walumbe’yi yerin dışına çekmek için bu süre boyunca (Güneş doğmadan önce) Dünya’daki her şeyin sessizliğini emretti. Ancak Walumbe meraklanmaya başlayıp yerin altından çıkarken, Kintu’nun çocuklarından bazıları O’nu gördü ve çığlık atarak Walumbe’yi tekrar Dünya’ya çağırdı. Boşa harcanan çabalar ve bozulan emirlerden yorulan ve hüsrana uğrayan Kayiikuuzi, yeryüzünde kalan ve bugün Kintu’nun çocuklarının sefaletinden ve ıstırabından sorumlu olan Walumbe’yi yakalamadan gökyüzüne döndü. Ancak Kayiikuuzi hâlâ Walumbe’yi kovalıyor ve inanca göre her deprem ve tsunami olduğunda Kayiikuuzi neredeyse Walumbe’yi yakalıyor. (1006)
Mgulu (Ggulu)’nun görevlendirdiği denemeleri tamamladıktan sonra, Kintu’nun Nambi ile evlenmesine izin verilmişti ve Dünya’da hayata başlamak için çeşitli hayvanlar ve bir plantasyon sapı ile Uganda’ya dönmüştü. (1007) Kintu, Uganda ulusunun fizikî sınırlarını belirleyerek, başkent Kampala’yı kurarak ve kraliyet hiyerarşisi aracılığıyla Baganda toplumunda ilk siyaset biçimini yaratarak, Uganda ulusunun siyasî ve coğrafî temellerini oluşturmuştur. (1008)
Walumbe bu nedenle dünya hayatındaki ölümlerin nedeni olarak suçlanıyor. Eğer Walumbe olmasaydı veya bunları yapmasaydı, dünyada ölüm diye birşey olmayacaktı ve hepimiz sonsuza kadar yaşayacaktık. (1009)
Uganda toplumunun sözlü geleneğinde ise, görür görmez Kintu’ya âşık olan ve Kintu’yla evlenmek için babası Mgulu (Ggulu)’dan onay almaya çalışan, Dişi Tanrı Nambi’nin kendisidir. Bu nedenle Kintu, Nambi’nin babası Mgulu (Ggulu) tarafından dört gün boyunca bir dizi denemeyle test edildi. Bu noktadan itibaren, sözlü geleneğin bu versiyonu diğerlerinden farklıdır, çünkü Mgulu (Ggulu), Nambi’ye, Dünya’da hayata başlamak için her canlıdan bir dişi ve bir erkek alması talimatını vermiştir. Mgulu (Ggulu) ayrıca O’nu eşyalarını toplarken hiçbir şeyi unutmaması konusunda uyardı, çünkü yaramaz kardeşi Walumbe’nin onları Dünya’ya kadar takip etmesi ve üzerlerine zorluklar getirmesi korkusuyla asla gökyüzüne geri dönemezdi. (1010)
Bilim insanlarının ve araştırmacıların görüşlerine göre, Baganda Dîni’ndeki Kintu – Nambi figürleri, Uganda topraklarında 14. yy’da kurulan ve 19. yy’a kadar tarih sahnesinde yer alan, kendi döneminde Afrika’nın en güçlü devleti ve imparatorluğu olan Buganda Krallığı’nın kurucuları ve ilk kral – kraliçesi olan Buganda Kralı Kato Kintu Kakulukuku (? – ?) ve karısı Buganda Kraliçesi Nambi Nantuttululu (? – ?)’ya dayanıyor. (1011)
■ TUMBUKA (KAMANGA) İNANCINA GÖRE İLK İNSANLAR
Tanzanya’dayız…
Tanzanya ülkesi, iki ayrı bölgeden oluşur. Ülkenin asıl toprak parçası olan Tanganyika ve Hint Okyanusu üzerindeki Sensibar (Zenzibar) Adası. “Tanzanya”, bu iki ismin birleşimidir. Bu ikisi, 1964’te Tanganyika – Zenzibar Federasyonu kurmuşlardı. (1012)
Tanzanya’nın önemli bir etnik topluğu, Tumbuka kavmidir. Kamanga, Batumbuka veya Matumbuka isimleriyle de anılan Tumbukalar, Güney Tanzanya’da, Doğu Zambiya’da ve Kuzey Malawi’de yaşarlar. Nüfûsları 2 milyonu bulur. Bantu dil ailesinin bir parçası olarak sınıflandırılır ve toprakları güneyde Dwangwa Nehri, kuzeyde Kuzey Rukuru Nehri, doğuda Malawi Gölü ve Luangwa Nehri arasındaki coğrafî bölgeyi kapsar. (1013)
Tumbukalar ağırlıklı olarak çiftçidir, mısır ve tütün ekiminin yanısıra hayvancılık da yaygındır. Tumbuka halkı kırsal kesimde, köylerde yaşıyor ya da birbirine bağlı dikdörtgen sazdan ev kümeleri arasında dağılmış durumdadırlar. Dairesel bir sazdan tahıl ambarı ve mutfak, geleneksel olarak her evin bir parçasıdır. Erkek üyeler zamanlarını çoğunlukla evin “mpara” adlı bölümünde, kadınlar da “ntanganini”de geçirir. Mahsul mevsiminde aile üyeleri dağılır, bazen ekili arazinin yakınında izole edilmiş sazdan evlerde otururlar. Günümüzde Tumbuka halkının başlıca temel mahsulleri, genellikle Tumbuka kadınları tarafından yetiştirilen takviyeler olarak çeşitli meyve ve sebzelerdir. Bunlar kabak, muz ve portakal gibi meyvelerle birlikte mısır, manyok, darı ve fasulyedir. (1014)
Tumbuka halkının kendine ait sofistike bir dîni vardır: Tumbuka Dîni. Bu dîn, inanç ve ahlâkla dolu zengin bir akaid ve teolojiye sahiptir. (1015)
Tumbuka Dîni, Tek Tanrı inancına sahip bir dîndir. Tanrı’nın adı Chiuta’dır. İsmi, Tumbuka dilinde “Büyük Yay” anlamına gelir. Mulengi, Mwenco ve Wamtatakuya isimleriyle de anılır. Chiuta, evreni ve her şeyi yaratan, kendisi ise yaratılmamış, ezelî ve ebedî olan Yüce Yaratıcı’dır ve gökyüzünde gökkuşağı ile sembolize edilir. (1016) Yağmur ve fırtına gibi gökten gelen çeşitli doğal olaylarla ilişkilidir. (1017) Chiuta kendinden geçmiştir ve genellikle günlük yaşama müdahale etmez. (1018)
Chiuta şekilsizdir ve her yerde mevcuttur. Dûâlar doğrudan Chiuta’ya yapılır, atalar ve rûhlar ise bu dûâların yerine getirilip getirilmediğini belirlemede büyük rol oynar. Atalara ve rûhlara yapılan çağrılar, onların öbür dünyadaki durumlarını değiştirip iyileştirmeye yardımcı olabilir. (1019)
Tumbuka inancında, diğerlerinden daha fazla adı geçen üç hayvan vardır. Bunlar; fulu (kaplumbağa), kalulu (tavşan) ve chimbwi (sırtlan)’dir. Fulu “bilgeliği”, kalulu “zekâyı”, chimbwe de “kötülüğü” temsil eder. (1020)
Tumbuka inancında “yaratılış” şu şekilde olmuştur:
Başlangıçta sadece Chiuta ve toprak vardı. Dünya boştu ve yüzeyinde su kütlesi yoktu. Sonra Chiuta bulutları, yağmuru ve şimşekleri yeryüzüne düşmeleri için çağırdı. (1021)
Daha sonra Chiuta yeryüzüne indi ve ilk insanlar ile tüm hayvanları yarattı. (1022)
Tumbuka Dîni’nde ilk insanların ve hayvanların yaratılışı bu kadar sade ve özlü bir şekilde anlatılırken, ilk yaratılan insanların isimleri ile ilgili herhangi bir bilgi verilmiyor.
İnanca göre, gökler ile yeryüzü arasındaki bağlantı, insanlar ateşi keşfettiğinde kesilmiştir. Bütün hayvanlar insanların kötülük yapabileceklerinden korktukları için Chiuta’dan yardım istediler. Chiuta sorunu çözdü ve yarattığı canlı türleri arasındaki çatışmadan yoruldu. Cennet’e çekilmeye ve Dünya ile Cennet arasındaki bağlantıyı kesmeye karar verdi. (1023)
Madagaskar’dayız…
– devam edecek –