■ BERBERÎLER NASIL MÜSLÜMANLAŞTIRILDI?
Akdeniz’in güney tarafında, Kuzey Afrika (Mağrîb) topraklarında yaşayan Berberîler (Amaziğ; İmaziğe), dünyanın belki de en ilginç uluslarından biridir. İslam’ın erken döneminde “Müslümanlaştırılan” ve günümüzde büyük çoğunluğu Müslüman olan bu halk, ne yazık ki yeterince incelenmemiştir ve gereği gibi bilinmemektedir.
Yaklaşık M. Ö. 5000’lerden itibaren, Kuzey Afrika’nın popülasyonları öncelikle İberomaorî ve Qapsa kültürlerinden geliyordu ve daha yeni bir istilâ, Neolitik Devrim ile ilişkilidir. (55) Proto-Berberî kabilelerinin, Geç Tunç ve Erken Demir çağlarında bu tarih-öncesi topluluklardan geliştiği düşünülüyor. (56)
5000 yıldan fazla bir süredir Mağrîb’de varlıklarını sürdürdüklerine inanılan Berberî ulusu, Mısır – Libya sınırından Atlas Okyanusu’na, Akdeniz kıyılarından Nijer, Mali ve Burkina Faso’ya kadar uzanan 5.000.000 m2’lik bir alana dağılmış durumda. Berberîler’in kültürleri, kimlik ve medeniyetleri geçmişte İslamî Arap yönetimler tarafından hor görüldü ve yok sayıldı. Meşrû kültürel hak talepleri de sonradan gelen Fransız sömürgeciler tarafından asimilasyona tabi tutuldu; daha sonra ise açık bir “ayrılıkçılık” biçimi olarak yorumlandı. (57)
Berberîler’in menşeini ve anayurtlarını kesin olarak tesbit edebilmek için gerekli kaynak malzemesi henüz mevcut değil. Berberî dilinin aslı hâlâ ilim âlemince tartışılmaktadır. Diğer taraftan gerek arkeolojik kalıntılar gerekse eski Yunan, Latin ve Arap kaynakları bu hususta birbirine uymayan bilgiler vermekte. Berka’dan Atlas Okyanusu’na kadar bütün Kuzey Afrika’ya yayılmış olan Berberîler’i Eskiçağ kaynakları farklı isimler halinde zikretmekte. Bunlardan Berka ve Trablus arasında oturanlara “Nesamûn” ve “Psil”, Büyük Sahra’da göçebe bir hayat sürenlere “Geramant”, Tunus sahillerinde yaşayanlara “Maqîl” ve “Maqsî”, Doğu Mağrîb’de oturanlara “Mûsûlan” ve “Numidyalı”, güneyde çöl sınırında ve yüksek yaylalarda bulunanlara “Getul”, Orta ve Uzak Mağrîb’de olanlara ise “Mevr” adı verilmektedir. Coğrafî şartların da tesiriyle çeşitli kabilelere ayrılan Berberîler biraraya gelip bir güç oluşturamadıkları için, dışarıdan gelen istilâlara engel olamamışlardır. (58)
Kuzey Afrika’nın Taş Devri kabilelerinin soyundan gelen Amaziğ (Berberî) halkından ilk kez Antik Mısır (Kemet) Uygarlığı’na ait yazıtlarda bahsedilmiştir. (59) Amaziğler olarak da bilinen Berberîler, Kuzey Afrika’nın en eski sakinleri. Antik Mısır’nın eski başkenti Teb’de bulunan Amon Tapınağı’nda bugüne kadar keşfedilmiş olan en eski hiyerogliflerde Berberîler’den bahsedilmesi de bunun kanıtı. Yine de bu kadim halk “Berberîler” olarak adlandırılmaktansa – zirâ “Berberî” ifadesi, Romalılar’ın kendileri dışındaki halklara âtıfta bulunurken kullandığı “barbarlar” kelimesinden türemiştir – kendilerine “Amaziğ” denmesini tercih ediyor. (60)
“Berberî” (بربر) halkları, aynı zamanda Berberîce orijinal isimleriyle “Amaziğ” (ⵉⵎⴰⵣⵉⵖⵏ, ⵎⵣⵗⵏ) veya aynı ismin “Arapçalaştılmış” versiyonuyla “İmaziğe” (أمازيغ) adlarıyla da anılır. Araplar’ın Kuzey Afrika’ya gelmesinden binlerce yıl önce bu toprakları yurt edinmiş bir millettir. (61) Ancak İslamî Arap işgalinden sonra “Araplaştırma” amaçlı uygulanan asimilasyon politikalarının sonucu önemli bir çoğunluğu “Araplaştırılmıştır”. Fakat belli bir kesimi hâlâ özgün kimliklerini yaşamakta ve İslam-öncesi millî ve kültürel miraslarını yaşatma mücadelesi vermektedir. (62)
Ana bağlantıları, Afro-Asyatik Dil Ailesi’nin bir parçası olan, çoğu karşılıklı olarak anlaşılmayan (63) Amaziğ (Berberî) Dilleri’ni kullanmalarıyla tanımlanır. Kuzey Afrika’nın Mağrîb bölgesine özgüdürler; burada Fas, Cezayir, Libya ve daha az ölçüde Tunus, Moritanya, Kuzey Mali ve Kuzey Nijer’in bazı bölgelerine dağılmış topluluklar halinde yaşarlar. (64) Burkina Faso ve Mısır’ın Siwa Vahası’nda da daha küçük Berberî toplulukları bulunuyor. (65)
Yapılan araştırmalara göre, Kuzey Afrika’da yaklaşık 36 milyon insan anadili olarak “Tamaziɣt” olarak adlandırılan Berberî Dili’ni konuşuyor. (66) Bununla birlikte, Fas ve Cezayir nüfûsunun büyük bir kısmının Mağrîb Arapçası lehçelerini konuşması, kültürel ve etnik olarak Berberîler’den çok az farklı olması veya dilsel olarak yakın zamanda “Araplaştırılması” nedeniyle, Berberîler’in sayısına ilişkin tahminler 40 ilâ 70 milyon arasında değişmektedir. Berberîler ile çevredeki nüfûs arasında net bir ayrım yapmak çoğu zaman neredeyse imkânsızdır veya hiç mümkün değildir.
Tarihsel olarak, bu insan grupları kendilerini “Berberî” olarak adlandırmıyorlardı ancak kendilerine âtıfta bulunmak için kendi terimleri vardı. Örneğin Qabuyleler kendi halklarından bahsederken “Leqbayel” terimini kullanırken, Xaowîler kendilerini “İşawiyen” olarak tanımlıyordu. (67) Antik Çağ’daki Numidyan, Maorî ve Libu popülasyonlarının tipik olarak modern Amaziğ (Berberîler) ile aynı nüfûsa karşılık geldiği anlaşılmaktadır. (68)
“Berberî” isminin kökeni, muhtemelen Latince’de “barbarus” veya Arapça’da “berberah” (بربرة) şeklinde ifade edilen Yunanca’daki “bárbaros” (βάρβαρος) kelimesine dayanmaktadır. Bugün pekçok Berberî, kendilerini anadillerinde “Özgür” anlamına geldiği düşünülen “Amaziğ” ismiyle adlandırıyor ve aşağılayıcı olarak anlaşılan yabancı “Berberî” terimini reddediyor. Berberî (Amaziğ) halkları genellikle bireysel kabilelerin adlarını kullanır (örneğin Rifqabules veya Tuareg gibi). (69)
Arkaik Yunanistan’da “bárbaroi” (βάρβαροι) nitelemesi, kusurlu olarak algılanan dilleri ve bu dilleri konuşanları tanımlayan onomatopoeik bir kelimeydi; “bar-bar” bu dillerin bir taklidiydi. (70) Klasik Yunanistan’ın başlangıcında bu terim tüm yabancılar ve Yunanca konuşmayanlar için kullanılmaya başlandı. (71) Yunanlar, Kuzey Afrika halklarından Numidyalılar ve kabile isimleri gibi diğer genelleştirilmiş terimlerle birlikte “Bárbaroi” diyerek sözediyorlardı. (72) “Berberî” kelimesinin en eski yazılı kanıtları arasında, 1. yy’da, 40 – 70 yılları arasında kaleme alınmış Yunanca bir periplus olan “Períplus tĩs ‘Erutlás Thalássis” (Περίπλους τῆς Ἐρυθράς Θαλάσσης) yani “Eritre Denizi (günümüzde Kızıldeniz) Periplusu”na ait bir belgede etnonim olarak kullanılması yer almaktadır. (73)
Yunanca “bárbaroi” (βάρβαροι), Araplar’ın (Semitik olmayan) dillerinin algılanan tuhaflığı nedeniyle yerli Kuzey Afrika halklarını tanımlamak için Araplar tarafından kullanılan Arapça “berberah” (بربرة) kelimesi, “gürültülü bir şekilde gevezelik etmek” veya sadece “gevezelik etmek” anlamında ödünç alındı. Bu kullanım, yerli Kuzey Afrikalılar’dan kolektifî olarak “Berberî” şeklinde sözeden ilk kayıttı. (74) “Berberî” kelimesi Doğu Afrikalılar için de kullanılmış olsa da, Müslümanlar’ın “fetih” anlatılarında çoğunlukla Mağrîb kabileleri için kullanılmış ve bu, terimin baskın kullanımı haline gelmiştir. (75)
Roma dönemi askerî raporlarında Numidyalılar’dan “Barbarlar” olarak bahsedilir. “Berberî” teriminin Vandal istilâsı sırasında yaygın olarak kullanıldığı görülmüştür. 8. yy’dan itibaren Müslümanlar’ın İberya’yı ele geçirmesiyle beraber tüm Müslümanlar’a yanlış bir şekilde “Morolar” denilmeye başlanır. Berberî halkların ise kendilerine “Asil” veya “Özgür” anlamında “Amaziğ” veya “Cesur” anlamında “Tizzit” dedikleri bilinmektedir. “Berberî” terimi, bugün yerli Kuzey Afrikalılar tarafından genellikle aşağılayıcı bir ifade olarak görülüyor. (76)
Bir “İslamlaşma” döneminin ardından, sosyoloji (toplumbilim) ilminin kurucusu olarak kabul edilen Berberî sosyolog İbn-i Haldun ya da tam adıyla Weliyeddîn ebû Zeyd Abdurrahman bin Muhammed ibn-i Haldun el- Hadremî (1332 – 1406), Berberîler’i kendi ırkları veya büyük milletleri olarak değerlendirdi. Yerli Kuzey Afrikalılar giderek marjinalleştirildikçe bu fikir kullanımdışı kaldı, ancak 19. yy’da Fransız sömürgeciler tarafından nüfûsu bölme umuduyla yeniden canlandırıldı. (77)
“Amaziğ” (dişil “Tamaziğt”, çoğul “İmaziğen”), dışarıdan “Berberî” olarak bilinen yerli Kuzey Afrikalılar’ın kendilerini tanımladıkları isim. “Amaziğ”in kullanımı bilhassa Fas’ta, özellikle de 1980’lerden bu yana Amaziğ (Berberî) dillerinin Merkezî Atlas Tamaziğt, Tarifit ve Şilha lehçelerini konuşanlar arasında yaygındır. (78) Kullanımı Qabuyle veya Xaowî gibi daha spesifik etnik gruplar için kullanılanın yerini almaz. (79) Buna bağlı olarak, Berberî dillerinin son adı tipik olarak “Tamaziğt”tir ve bundan dolayı “Tamaziğt” ve “Berberî dilleri” sıklıkla birbirinin yerine kullanılır. (80) “Tamaziğt”, kullanım bağlamına bağlı olarak Merkezî Atlas Tamaziğt veya Standart Fas Amaziğ gibi belirli bir dil için de kullanılabilir. (81)
Sosyoloji (toplumbilim) ilminin kurucusu olarak kabul edilen Berberî sosyolog İbn-i Haldun, Berberîler’in Hz. Nûh (as) Peygamber’in oğlu Ham’ın oğlu Kenan’ın oğlu Maziğ’in oğlu Tamalla’nın oğlu Barbar’ın torunları olduğunu söylüyor. (82)
Bazı bilim insanları, “Amaziğ” ismindeki “maziğ” kök kelimesinin, bazı kaynaklarda “Mazices” olarak anılan erken Libyco-Berberî kabileleriyle ilişkili olabileceğini öne sürüyorlar. İbn-i Haldun’a göre “Mazîg” ismi, Berberîler’in ilk atalarından birinden gelmektedir. (83)
Asıl adı Hasan Muhammed el- Wazzan el- Fasî (1494 – 1554) olan, İslam dînini terkedip Hristiyanlık’a geçtikten sonra Johannes Leo Africanus adını alan, sonra tekrar İslam’a geçince ilk adına geri dönen Endülüslü Berberî diplomat, coğrafyacı, çevirmen, seyyah ve yazar Hasan Muhammed el- Wazzan el- Fasî (Johannes Leo Africanus), “Amaziğ” nitelemesinin “Özgür İnsan” anlamına geldiğini söylüyordu. Ancak bazıları, modern Berberî dillerinde “özgür” anlamına gelen “M-Z-Ɣ” kökü olmadığını savundu. Bununla birlikte, Orta Fas’taki İmaziğen halkları arasında “asil” veya “cömert” anlamına gelen “mmuzeɣ” ve Uwadiye’deki Qabuyleler arasında “kendini özgürleştirmek” veya “isyan” anlamına gelen “tmuzeɣ” kelimesi mevcuttur. (84) Dahası, “Amaziğ”in aynı zamanda Tuareg dilinde “asil” anlamına gelen “amajeğ” sözcüğüyle de akrabalığı vardır. (85)
Fransız tarihçi ve arkeolog Stéphane Gsell (1864 – 1932), Leo Africanus (Wazzan el- Fasî)’un Berberî dillerine âtıfta bulunan “asil dil” olarak “Awal Amaziğ” çevirisine dayanarak, “Amaziğ” terimi için “asil / özgür” çevirisini önerdi. Bu tanım tartışmalı olmaya devam ediyor ve büyük ölçüde yanlış bir tahmin olarak görülüyor. (86) “Amaziğ” teriminin aynı zamanda Tuareg Amajeğ dilinde de “asil” anlamına gelen bir kökeni var. (87) “Maziğ”, Kuzeybatı Afrika’da bulunan antik bir Roma eyaleti olan ve aşağı yukarı günümüz Cezayir topraklarını kapsayan Mauretania Caesariensis’te kabile soyadı olarak kullanılıyordu. (88)
Yaşadığı dönemde Fas’ın Tence bölgesindeki Yahudîler’in lideri olan Abraham Isaac Laredo (1895 – 1968), “Amaziğ” teriminin, kutsal kitap “Tevrat”ın Aramice tercümesi olan ve İkinci Kudüs Tapınağı döneminden Ortaçağ’ın başlarına kadar geçen süreçte yazılıp derlenmiş olan “Targum” (תרגום)’daki Şebalı Dedan’ın adı olan “Mezeg”den türetilmiş olabileceğini öne sürüyordu. (89)
“Amaziğ” terimi tarih boyunca kullanılmış olmasına rağmen kolektif yerli Kuzey Afrika kimliğine ilişkin bir iddiâ olarak kullanımı daha yenidir. Pekçok bilim insanı, Cezayirli Berberî aktivist, yazar ve şair Mohand Idir Aït Amrane ya da Berberîce özgün adıyla Muḥand u Idir At Σamṛan (1924 – 2004)’ın 1945 tarihli “Kker a Mmis Umazigh” (Amaziğ’in Oğlu) adlı şiirinin kültürel bir iddiâ olarak ilk kez kullanıldığını öne sürüyor. (90)
Aslına bakılırsa, yapılan arkeolojik çalışmalara dayanarak, Kuzeybatı Afrika’daki Mağrîb bölgesinde en az M. Ö. 10.000’lerden beri Berberîler’in yaşadığına inanılıyor. (91) Günümüzden 12.000 yıl öncesine tarihlenen mağara resimleri, Güneydoğu Cezayir’in Tassili’n- Necar bölgesinde bulunmuştur. Libya çölündeki Tadrart Akakus’ta başka kaya resimleri de keşfedildi. Evcilleştirme ve geçimlik tarımla işaretlenmiş ve Tassili’n- Necar resimlerinde zengin bir şekilde tasvir edilen Neolitik bir toplum, M. Ö. 6000 – M. Ö. 2000 yılları arasında (klasik döneme kadar) Kuzey Afrika’nın Sahra ve Akdeniz bölgesinde (Mağrîb) gelişmiş ve egemen olmuştur. Oran bölgesinde tarihöncesi Berberî Tifinağ yazıtları bulundu. (92) Roma-öncesi dönemde, Berberî Kral Masnsen (M. Ö. 238 – M. Ö. 148)’in Numidya halkını birleştirmesinden önce birçok bağımsız Berberî devleti (Massylii) mevcuttu. (93)
Yaklaşık M. Ö. 2000’lerden itibaren Berberî dilleri Nil Vadisi’nden batıya, Kuzey Sahra üzerinden Mağrîb’e yayıldı. Mauri, Masaesyli, Massyli, Musulamii, Gaetuli ve Garamantes gibi bir dizi Berberî halkı, Numidya ve Moritanya gibi Berberi krallıklarının ortaya çıkmasına neden oldu. Altava, Aurès, Ouarsenis ve Hodna gibi diğer krallıklar Geç Antik Çağ’da ortaya çıktı. (94)
Berberîler çeşitli etnik gruplara ve Qabuyle, Xaowî ve Rifyan gibi Berberî dillerine bölünmüştür. Tarihsel olarak, bölgedeki Berberîler kendilerini tek bir kültürel veya dilsel birim olarak görmüyorlardı ve farklı kültürleri nedeniyle daha büyük bir “Berberî topluluğu” da yoktu. (95) Kendilerinden “Berberî” olarak da sözetmiyorlardı ancak kendi grup ve topluluklarına âtıfta bulunmak için kendi terimleri vardı. (96) 7. yy’daki Arap işgallerinden sonra topluca “Berberîler” olarak anılmaya başlamışlar ve bu ayrım 19. yy’da Fransız sömürge yöneticileri tarafından yeniden canlandırılmıştır. Bugün “Berberî” terimi, “Amaziğ” terimini tercih eden birçok kişi tarafından aşağılayıcı bir ifade olarak görülüyor. (97) 20. yy’ın sonlarından bu yana, kolektif bir Amaziğ etnik kimliğini desteklemek ve daha fazla dilsel haklar ve kültürel tanınma için mücadele etmek amacıyla Kuzey Afrika’daki Berberî nüfûsunun çeşitli kesimleri arasında “Berberîlik” veya “Berberi Kültür Hareketi” olarak bilinen ulusötesi bir hareket ortaya çıktı. (98)
Berberî dilini ve geleneklerini en iyi koruyan Kuzey Afrika bölgeleri genel olarak Cezayir, Libya, Fas ve Tunus olmuştur. Berberî kültürünün büyük bir kısmı Fas ve Cezayir’deki, özellikle Qabuyle, Aurès ve Atlas Dağları’ndaki kültürel seçkinler arasında hâlâ kutsanıyor. Qabuyleler, Kuzey Afrika’da Kartacalılar, Romalılar, Bizanslılar, Vandallar, Emevîler ve Osmanlılar’ın birbirini izleyen işgalci yönetimleri sırasında bağımsız kalan birkaç halktan biriydi. (99) Öyle ki, Kuzey Afrika’nın Araplar tarafından işgalinden sonra bile Qabuyle halkı hâlâ dağlarının mülkiyetini elinde tutuyordu. (100)
Müslüman Araplar Kuzey Afrika’ya akın etmeden önce bile Berberî halkları üç büyük gruba ayrılıyorlardı ve Berka’dan Atlas Okyanusu’na kadar yayılmışlardı:
1 – Doğuda Trablus, Berka, Cerîd ve Evras bölgelerinde Levateliler (Hevvare, Avriga, Nefzave, Evrebe). En büyük grubu oluşturan Hevvareler de çeşitli alt grupları içeriyordu. Bunlardan biri Trablusgarb’daki Misrata’ydı ve şimdiki Misrata şehrine de adı verildi.
2 – Orta ve Batı Mağrîb’de Sanhaceliler, Küçük Kabiliye’de Kutameliler, Büyük Kabiliye’de Zuvaveliler, Kabîliye ile Şelif arasında Cezayir sahillerinde Zenateliler, Şelif’ten Mülûye’ye kadar uzanan sahada İfrenliler, Rif’te Gomareliler, Fas’ın Atlantik sahillerinde Masmudeliler, Büyük Atlaslar’da Cezûle, Güney Fas’ta Lemtalılar, Batı Sahra’da Sanhaceliler.
3 – Trablus’tan Cebel-i Amur’a kadar yaylaların sınır boylarına, Orta ve Uzak Mağrîb’e kadar yayılan, Qabuyliye ve Xelîf arasındaki Cezayir kıyılarında yaşayan Zenateliler. (101)
Tuaregler ile İslam dîni arasındaki münasebetler, aslında 7. yy başında, henüz İslam Peygamberi Hz. Muhammed (sav) hayattayken başladı. Arap deve binicilerinden oluşan birlikler, yeni dîn olan İslam’ı Afrika’da yaymak için Akdeniz kıyılarından iç bölgelere doğru ilerlediler. Gerektiğinde silahlı kuvvet kullanıldı. Çad Gölü’nün kuzeyindeki Nijer’deki Ténéré Çölü’ne ulaşana kadar Libya Fizanı ve Orta Sahra dağlık bölgelerini geçerek ilerlediler. Başlangıçta, tüm Berberî kabileleri gibi Tuaregler’in de bir Afrika dîni vardı. Fakat bugün tüm Tuaregler Müslüman’dır. (102)
İslam fetihlerinin başladığı yıllarda Kuzey Afrika’nın sahil kısımları Kartaca merkez olmak üzere Bizans’ın hâkimiyetinde bulunuyordu. Ancak sahil şeridinde bile Bizans idaresi güçlü değildi. Berberîler ise bütün ülkeye yayılmış halde idiler. Siyasî teşekkülleri kabilelerle sınırlıydı. Bu durum Müslüman fetihçilerin işini oldukça kolaylaştırmıştır. (103)
Bölgesel Bizans varlığının ve gücünün parçalanmasıyla Müslüman orduları Mısır’a yönelmişti ve 642 yılında İskenderiye kuşatmasının ardından tüm Mısır’ı ele geçirdiler ve genellikle Roma yönetiminden nefret eden tebaanın çok az direnişiyle karşılaştılar. (104) Mısır’ın daha sonra hızla “İslamlaşması”, insanların Xalkedon (Kadıköy) Konsülü ayrılığının neden olduğu aksamadan duyduğu dehşete bağlanıyor. (105) Nil Nehri’ne doğru ilerleyen Müslümanlar, Makuryalılar’a karşı bir sefer başlattılar ancak yetenekli Nubyalı okçuluk ve doğal savunmalar nedeniyle nadir bir yenilgiyle savaşta geri püskürtüldüler. Daha sonra dikkatleri batıya, Afrika Eksarhlığı’nın Patrici Gregory (? – 647) yönetimi altında Konstantinopolis (bugünkü İstanbul)’ten bağımsızlığını ilan ettiği (106) Mağrîb’e çevrilecekti.
Berberîler’le Müslümanlar arasındaki ilk münasebetler, 2. Halife Ömer ibn-i Xattab (583 – 644) devrinde başlamıştır. 639 yılında Amr bin Âs bin Wail es- Sehmî (573 – 664), 4000 Müslüman’dan oluşan bir orduyla Mısır’ı işgal etti ve üç yıl içinde Bizans’ın en zengin eyaleti fethedildi. 641’de Müslüman birlikler Mısır’ı ele geçirdi ve ertesi yıl Libya’yı fethetti. Mısır fatihi Amr bin Âs, Ağustos 642 tarihinde bir kuvveti Berka’ya gönderdi. Bu kuvvet önce sahili takip etmiş, daha sonra güneye yönelerek Fizan’a kadar ilerlemiş, buradan kuzeybatıya doğru giderek Cebel-i Nefuse’ye ulaşmıştır. Berberîler tarafından ciddi bir mukavemetle karşılaşmayan Amr bin Âs, İfrîqiye (bugünkü Tunus)’ye sefer yapmak istemiş, ancak Halife Ömer buna müsaade etmemiştir. (107)
Fessan (Targa) Tuaregleri arasında, Kuzey Afrika’nın “İslamlaştırılması” 642 yılında İfrîqiye Generali Uqbe bin Nafî bin Abdulqays el- Qureyşî el- Fihrî (622 – 83) döneminde başladı. Adrar İfoğas ve Aïr Dağları’na geri püskürtüldüler. Uqbe bin Nafî’nin, ilerlemeleri sırasında bazen yılanı büyüleyen bir büyücü gibi davrandığı söylenir. Pekçok Berberî üzerinde o kadar müthiş bir izlenim bıraktığı söyleniyor ki, hiçbir direniş göstermediler. Silaha sarılmak yerine Müslüman oldular ve böylece yeni yöneticilere teslim oldular. (108)
“Misyonerlik” çabası İslamî bir strateji değildi. Batılı kimi araştırmacılara göre, Kuzey Afrika’nın Müslümanlar tarafından askerî işgalinin amacı, insanları “ateş ve kılıçla” dînlerine döndürmek değil, yönetimi yaymaktı. (109) Müslümanlar Libya’yı zahmetsizce ilhak ettiler ve 647’de, savaşta Gregory ve ordusunu kararlı bir şekilde mağlup edip öldürdüler. Bölgeyi ilhak etmek istemeyenler, başı kesilen devlete baskınlar düzenlediler ve Müslümanlar’ın insafına kaldıklarını gören halk, generale önemli bir haraç ödemesi için çağrıda bulundu ve bu da kabul edildi. (110)
Arap askerî seferleri ilk olarak Mısır’daki yerel yöneticiler tarafından başlatılmış ve yıllarca örgütsüz devam etmiştir. 3. Halife Osman bin Affan (576 – 656) zamanında, Kuzey Afrika kendisini 647’den itibaren büyük Arap istilâlarının insafına terketti. Arap korsan baskınları o dönemde Rodos Adası’ndan İberya Yarımadası’nın güney kıyılarına kadar uzanıyordu. Fethin bu aşamasına, özellikle de Mısır dışındaki olaylara ilişkin çok az çağdaş kayıt günümüze kalmıştır. Muzaffer Araplar’ın raporları karşı tarafa göre daha çoktur ve fethi daha olumlu bir şekilde tasvir etmektedir. Hayatta kalan en eski Arapça kayıtlar, tamamı 9. yy fetihlerinden 200 yıl sonra yazılmış olanlardır. Bu raporlar çok detaylı değil. En ayrıntılı anlatım Mısır, Kuzey Afrika ve İspanya’nın fethinin, Ebû Qasım Abdurrahman ibn-i Abdullah ibn-i Abdulhakem (801 – 71) tarafından yazılmış hikâyesidir. Ancak kimi akademisyenler ve araştırmacılar, bu raporun tarihi belgelemekten ziyade Malikî mezhebi hukukunu açıklamak amacıyla yazıldığını ortaya koymuştur. Bununla birlikte, anlatılan olayların bazılarının muhtemelen tarihsel bir özü vardır. (111)
İbn-i Abdulhakem, Amr bin Âs’ın Trablus’u kuşatması sırasında, Kinane’nin alt kolu olan Mezlic kabilesinden yedi askerinin, Trablus sahilinin batı tarafında istemeden bir bölüm bulduğunu kaydeder. Bu yedi asker, şehir muhâfızları tarafından farkedilmeden bu yoldan şehre sızmayı başarmış ve daha sonra “Allah-û Ekber” diye tekbir getirerek şehirde isyan çıkarmayı başarmış ve Bizans garnizon askerlerinin şaşkınlığa uğramasına neden olmuştur. Müslüman güçler zaten şehrin içindeydi ve Trablus’tan ayrılan gemilerine doğru kaçarak Amr’ın şehri kolayca ele geçirmesini sağladılar. (112)
Daha sonra Müslüman güçler Berqa (Sirenayka)’yı yaklaşık üç yıl boyunca kuşattı ama sonuç alamadılar. Daha önce Per-medjed (o zamanki ismi Oxyrhynchos; şimdiki ismi El- Behnase)’in fetihinde yer alan Xalid bin Welid bin Muğire el- Maxzumî (587 – 642), pamuk çuvallarla doldurulan mancınık dikmek için radikal bir plan önerdi. Gece gelip şehir muhâfızları uyuduğunda Xalid bin Welid, Zûbeyr bin Awwam bin Xuweylîd el- Esadî (594 – 656), oğlu Abdullah ibn-i Zûbeyr ibn-i Awwam (624 – 92), Abdurrahman ibn-i Ebibekr (596 – 675), Fadl ibn-i Abbas (614 – 39) ve Ebû Mes’ud Ukbe bin Amr bin Salebe el- Bedrî (606 – 62) gibi en iyi savaşçılarına emir verdi. Pamuk çuvallarla dolu mancınık platformuna adım attılar. Mancınık onları birer birer duvarın tepesine fırlattı ve bu savaşçıların şehre girmelerine, kapıları açmalarına ve muhâfızları öldürmelerine olanak tanıdı. Böylece Müslüman güçler şehri ele geçirebildiler. (113) Daha sonra, orduları zaten İran Sasanî İmparatorluğu’nu ele geçirmekle meşgul olan Halife Ömer, Mısır’daki Müslüman yönetimi hâlâ güvensizken kuvvetlerini Kuzey Afrika’ya daha fazla sevketmek istemedi ve Amr bin Âs’a, Mısır’daki Müslümanlar’ın konumunu sağlamlaştırmasını ve orada olması gerektiğini emretti. Amr itaat ederek Trablus ve Berqa’yı terketti ve 643 yılı sonuna doğru Fustat (bugünkü Kahire)’a döndü. (114)
Müslümanlar Berberîler’e karşı 3. Halife Osman bin Affan’ın halifeliği zamanında ciddi bir şekilde mücadeleye girdiler. Müslümanlar 647’de, Halife Osman zamanında bugünkü Tunus’a doğru genişlediler. Halife Osman’ın, Amr bin Âs’ın azlinden sonra Mısır valiliğine tayin ettiği sütkardeşi Abdullah bin Saad bin Ebû Serh el- Qureyşî el- Âmirî (? – 657)’nin emriyle Mağrîb’in bir sonraki işgali 647’de başladı. 20.000 asker Arap Yarımadası’ndaki Medine’den Kuzey Afrika’ya yürüdü, diğer bir grup Mısır’ın Memfis kentinde onlara katıldı ve burada Abdullah bin Saad onları Bizans Afrikası’na götürdü. Bizans’ın Kuzey Afrika valisi iken merkezle bağlarını kopararak bağımsız hareket etmeye başlayan Gregory, Müslüman kuvvetlerinin ilerlemesini durdurmak için Berberî kabileleriyle işbirliği yaptı. Gregory’nin kuvvetleri müstahkem Sübeytilâ mevkiinde Müslüman kuvvetlerini karşıladı. Abdullah bin Saad birkaç gün ordusunu dinlendirdikten sonra hücûma geçti. İki ordu arasındaki savaş sonunda – Müslüman kaynaklarına göre – Abdullah ibn-i Zûbeyr’in Gregory’yi savaş meydanında öldürmesi üzerine Müslümanlar galip geldiler (647). Abdullah bin Saad bu başarısına rağmen kuzeyden Bizans kuvvetlerinin saldırma ihtimali karşısında ordusunu tehlikeye atmamak için yapılan antlaşma teklifini kabul ederek Mısır’a döndü (648). (115)
İslam orduları Mısır’a döndüler ve 652’de Makurya’yı tekrar işgal ettiler, ancak savaşta yeniden püskürtüldüler. Bu da her ikisinin de Mısır ile Nubya arasındaki ilişkileri yedi yüzyıldan fazla bir süre boyunca dikte edecek olan barışı öngören bir anlaşma imzalamasına yol açtı. (116)
Ancak Müslümanlar 3. Halife Osman’ı 656 yılında ev hapsinde tuttuktan sonra öldürünce Müslümanlar’ın sonraki tüm toprak işgalleri kısa sürede kesintiye uğradı. Osman’ın öldürülmesinden sonra başlayan iç mücadeleler fetihlerin, dolayısıyla Kuzey Afrika’daki askerî harekâtın durmasına sebep oldu. O’nun yerine Peygamber Muhammed’in amcasıoğlu ve damadı Ali bin Ebû Talib (599 – 661) getirildi ama O da 661’de suikaste kurban gitti. Bu durum Muaviye bin Ebû Sûfyan (602 – 80)’ın halife olmasına kadar devam etti. (117)
Muaviye Mısır’a yeniden Amr bin Âs’ı vali tayin etti. Amr’ın bu ikinci valiliği sırasında Kuzey Afrika’ya yapılan akınlarda Muaviye bin Hudeyc bin Cefne es- Sekunî el- Kindî (? – 672) ve Uqbe bin Nafî temayüz etmiştir. Halife Muaviye, Kuzey Afrika’nın fethinin daha kolay gerçekleştirilmesi için bir ordugâh şehrinin kurulması teklifini uygun bularak bu görevi Uqbe’ye verdi. (118)
Berberîler’in “İslamlaşması” 660’lı yıllarda Emevî askeri lideri Uqbe bin Nafî’nin Trablusgarb’daki askerî operasyonlarıyla başladı. Ancak “İkinci Fitne” sırasında batıya ilerleyen Araplar, Kuzeydoğu Cezayir bölgesinde bir kadının liderliğindeki Berberî halklarıyla karşı karşıya geldi. (119) 660 yılında yapılan bu ilk girişim, İslam birliklerinin kesin bir yenilgisiyle sonuçlanmıştı. Berberî Kraliçesi Dihya (? – 701) veya Araplar’ın taktığı isimle Kahina, Mağrîb’in Müslümanlar tarafından işgaline karşı yerli direnişine öncülük etti. 695 – 700 tarihleri arasında beş yıl boyunca Aurès Dağları’ndan Ğadames Vahası’na kadar özgür bir Berberî devletini yönetti ama sonunda Aurès’te hâlâ kendi adını taşıyan Bir el- Kahina Kuyusu’nun yakınındaki çatışmada katledildi. (120)
Dihya veya diğer adıyla Kahina, Aurès bölgesinin Berberî kraliçesiydi (121) ve Araplar’ın Mağrîb’i işgal etmesine karşı yerli direnişe önderlik eden dînî ve askerî bir liderdi. O zamanlar Numidya olarak bilinen bölge, özellikle Meskiana Muharebesi’nde Emevî güçlerini mağlup etti ve ardından Tabarka Muharebesi’nde kesin bir yenilgiye uğramadan önce tüm Mağrîb’in tartışmasız kadın hükümdarı oldu. (122) 7. yy başlarında doğdu ve 7. yy sonlarında günümüz Cezayir’inde öldü. Arap fetihlerine karşı Berberî direniş tarihinin en ünlü isimlerinden biri olarak kabul edilir. (123)
Esasında anaerkil bir toplum olan Berberîler’in bu kadın liderinin adı olan “Dihya” (ⴷⵉⵀⵢⴰ), Berberî dilinde “Güzel Ceylan” anlamına geliyor. “Dihya”, “Dehiya”, “Dahya”, “Daya” veya “Damya” gibi farklı telaffuzları vardır. (124) O’na düşmanları olan işgalci Araplar’ın verdiği isim olan “Kahina” (الكاهنة) ise, Arapça’da “Dişi Kahin” veya “Kehanet Sahibi” yani “Büyücü” anlamına geliyor. Bu, O’nun geleceği öngörme yeteneği olduğu iddiâsı nedeniyle Müslümanlar tarafından verilen lakaptı. (125)
Dihya (Kahina), Cerawe Zenate kabilesine liderlik etti. Yahudî olabilir. (126) Çeşitli kaynaklar, O’nun Yahudîlik dînine mensup olduğunu veya kabilesinin “Yahudîleşmiş” Berberî olduğunu öne sürüyor. (127) Tunuslu Berberî tarihçi ve Malikî mezhebi fakihi Ebûbekr Abdullah ibn-i Muhammed ibn-i Abdullah el- Qayrawanî el- Malikî (1036 – 57)’ye göre, seyahatlerinde O’na bir “put” eşlik ediyordu. Hem Tunuslu Berberî tarih profesörü, İslambilimci ve yazar Muhammed Talbî (1921 – 2017), hem de Fransız arkeolog ve sosyal antropolog Gabriel Camps (1927 – 2002), bu idolü Hz. İsa (as)’nın, Hz. Meryem (as) Ana’nın ya da kraliçeyi koruyan bir azîzin Hristiyan simgesi olarak yorumladılar. Tunuslu Berberî antih tarih uzmanı, antik arkeoloji profesörü ve dînler tarihi uzmanı Muhammed Hesine Fenter (1936 – halen hayatta), bu simgenin ayrı bir Berberî Tanrısı’nı temsil ettiğini savundu ve O’nun geleneksel Berberî dînini takip ettiğini öne sürdü. (128)
Ancak Dihya’nın Yahudî olması daha olası bir hipotez gibi görünüyor.
Çok sayıda Arap ve Berberî raporu ve özellikle Berberî soyağacı, kendi zamanlarında sözlü geleneğe dayanıyordu ve efsane veya propaganda olarak hızla çarpıtıldı. İlk vakalarda bu kayıtlar O’nun ölümünden bir yüzyıl sonra yazılmıştı; diğer efsaneler ancak yüzyıllar sonra ortaya çıktı. Bu nedenle, Berberî lideri olduğu iddiâ edilen Hristiyan Berberî Aksil (? – 688) veya Araplar’ın verdiği isimle Kusayla’nın selefi olduğu şeklindeki anlatıların çoğu şüphelidir. Örneğin Dihya (Kahina)’nın Yahudî ya da Hristiyan Berberî olduğuna dair anlatımlar var ama aynı zamanda O’nun Müslümanlar kadar Yahudîler’e de zûlmettiği söyleniyor. Dînî açıdan renklendirilmiş bu tür temsillerin yanısıra, O’nun hayatına dair Feminizm veya millîyetçilikten etkilenen temsiller de var. Anlatıya bağlı olarak, O’nun olumlu ya da olumsuz bir rolü bulunuyor. Buna göre, bugüne kadar Berberîler ve Arap karşıtı millîyetçiler tarafından takdir ediliyor, ancak Araplar arasında Müslümanlar’a karşı bir savaşçı ve kötü niyetli bir cadı olarak tanınıyor. (129)
Cerawe Zenate Berberîleri’nin “Yahudîleştirildiği” fikri, onları yedi Berberî kabilesi arasında sayan Ortaçağ tarihçisi sosyolog İbn-i Haldun’dan geliyor. Tunuslu Berberî tarih profesörü, İslambilimci ve yazar Muhammed Talbî ve İsrailli tarihçi, teolog ve Doğubilimci Haim Zeev Hirschberg (1903 – 76), İbn-i Haldun’un Geç Roma ve Bizans imparatorluklarının ortaya çıkışından önceki bir zamandan sözettiğini ve aynı paragrafın biraz ilerisinde, Roma döneminde “kabilelerin Hristiyanlaştığını” söylediğini belirtmektedir. Daha 1963 yılında İsrailli tarihçi Hirschberg, İbn-i Haldun’un metnini yeniden tercüme ederken ve belgenin tamamını titizlikle tekrarlarken, bu yorumu ve genel olarak Antik Çağ’ın sonlarında büyük Yahudî Berberî kabilelerinin varlığını sorguladı. (130) Hirschberg, “Yahudîlik’e geçişle ilgili bilinen tüm hareketler ve Yahudîleştirme olayları arasında, Afrika’daki Berberîler ve Sudanlılar’la bağlantılı olanlar en az doğrulananlardır. Bunlarla ilgili yazılanlar son derece şüphelidir” diyor. (131)
Ölümünden dört yüzyıl sonra, Tunuslu Berberî tarihçi ve Malikî mezhebi fakihi Ebûbekr el- Malikî, Aurès Dağları’nda ikamet ettiğini ilk belirtenlerden biri gibi görünüyor. Ölümünden yedi yüzyıl sonra, Faslı Berberî âlim ve yazar Ebû Muhammed Abdullah ibn-i Muhammed ibn-i Ahmed et- Ticanî (1275 – 1311), O’nun Lūwāta kabilesine mensup olduğunu söyledi. (132) Daha sonraki tarihçi İbn-i Haldun kendi öyküsünü yazmaya geldiğinde, O’nu Cerawe kabilesinin yanına yerleştirdi.
İbn-i Haldun, Dihya (Kahina) hakkında birçok efsane kaydeder. Bazıları, büyücülerin efsanevî özellikleri olan uzun saçlarına veya büyük boyutlarına âtıfta bulunuyor. Aynı zamanda kehanet yeteneğine de sahip olduğu ve efsanelerdeki cadıların karakteristik özelliği olan üç oğlu olduğu sanılıyor. İkisinin kendisine ait olması ve birinin evlat edinilmiş olması (yakaladığı bir Arap subayı) bile masallarda büyücülerin öne sürülen bir özelliğiydi. Başka bir efsaneye göre, gençliğinde, O’nunla evlenmeyi kabul ederek ve ardından düğün gecesinde O’nu öldürerek halkını bir zorbadan kurtardığı iddiâ ediliyor. (133) Kişisel hayatına dair neredeyse hiçbir şey bilinmiyor.
Çeşitli Müslüman kaynaklara göre Dihya (Kahina), kabilesinin sekizinci hükümdarı (134) olan Tabat (? – ?) veya Tabatta ya da kimi kaynaklardaki adıyla Mātiya’nın kızıydı. (135) Fakat bu kaynaklar, genellikle 9. yy’da siyasî nedenlerle uydurulmuş kabile soykütüklerine dayanmaktadır. (136)
Dihya (Kahina), Aurès (Zenate) Cerawe’nin Berberî kabilesinin lideriydi. Bir Bizanslı ve bir Berberî ile olan ilişkilerinden en az iki oğlu olduğu söyleniyor. (137) Cerawe’nin, Kuzey Afrika’daki diğer birçok Berberî kabilesi gibi göçebe yabancılaşmış Geç Antik Çağ’da Yahudîlik’e geçtiği söyleniyor. Dihya’ya Araplar Kahina ismini takmışlardı; çünkü tüm kaynakların anlatımlarına göre, Dihya (Kahina) geleceği görebiliyordu. (138) İsrailli yazar Gerda Hoffer (1921 – 2012), bunun kendisinin tanıttığı bir iddiâ olduğunu düşünüyordu, oysa aslında iyi bir bilgi ağına sahipti. (139)
Dihya (Kahina), 688 yılında Berberî kabilelerinin savaş lideri olarak Aksil (Kusayla)’in yerini aldı ve “Emevî hanedanının tecavüzcü Arap İslam ordularına” karşı çıktı. Emevîler’in İfrîqiye Valisi Hasan ibn-i Numan el- Ğassanî (? – 703) Mısır’dan yürüdü ve Bizans’ın büyük şehri Kartaca’yı ve diğer şehirleri ele geçirdi. Yenecek başka bir düşman arayan kendisine, Kuzey Afrika’daki en güçlü hükümdarın “Berberîler’in Kraliçesi” Kahina (Dihya) olduğu söylendi ve bunu duyunca Numidya’ya yürüdü. 698 yılında ordular, Cezayir’deki Meskiana Muharebesi’nde, günümüzün Umm’ul- Buağî vilayetindeki Meskiana yakınlarında karşılaştı. (140)
Müslümanlar kıyı bölgelerini sorunsuz bir şekilde ele geçirirken, Müslümanlar’ın iç bölgelere doğru ilerlemesiyle Berberî direnişi başladı. Dihya (Kahina) “kavurulmuş toprak” stratejisini benimsedi ve Nin’de kazanılan zaferin ardından Müslümanlar’ı İfriqiye’den çekilmeye zorlamayı başardı. En geç bu zaferden sonra Dihya (Kahina), Berberîler tarafından “askerî lider” ve “kraliçe” olarak tanındı. Dihya (Kahina), Emevîler’in İfrîqiye Valisi Hasan ibn-i Numan’ı o kadar güçlü bir şekilde mağlup etti ki, Hasan İfriqiye’den kaçtı ve dört veya beş yıl boyunca Sirenayka’da (Libya) saklandı. Düşmanın çok güçlü olduğunu ve geri dönmek zorunda olduğunu anlayınca, dağ ve çöl kabileleri üzerinde çok az etkisi olan, ancak yerleşik vaha sakinlerinin önemli desteğini kaybettiği bir kavrulmuş toprak harekâtına başladığı söylendi. O’nun umutsuz kararı Arap ordularının cesaretini kırmak yerine yenilgiyi hızlandırdı. (141)
Bazı Müslüman mahkumların Dihya (Kahina) tarafından serbest bırakıldığı söyleniyor. Muhtemelen Hasan ibn-i Numan’ın akrabası olan Xalid bin Yezîd el- Qaisî (? – ?), Dihya (Kahina) tarafından üçüncü oğul olarak evlat edinildi. Ancak bu evlat edinmenin O’nun çöküşü olduğu söyleniyor, çünkü bazı aktarımlara göre, iç siyasî zayıflığın olduğu bir dönemde bu evlatlık oğul tarafından ihanete uğradı: Direnişçi Berberîler zafer için herşeyi fedâ etmekten yorulmuştu; İbn-i Haldun’a göre O’nun da despotik bir şekilde hüküm sürdüğü söyleniyor. (142)
Kendisiyle savaştığın baş düşmanın akrabasını evlatlık edinmek, kabul edilmeli ki, pek de akıllıca bir davranış değil, hatta aptalca. Dihya (Kahina) gibi zeki ve öngörülü bir kadın böyle bir hatayı nasıl ve niçin yaptı, bilinmez.
Emevîler’in İfrîqiye Valisi Hasan ibn-i Numan sonunda geri döndü ve Dihya (Kahina) tarafından yakalanarak evlat edinilen subay Xalid bin Yezîd el- Qaisî ile iletişime geçerek O’nun yardımıyla Dihya (Kahina)’yı bugünkü Tunus’ta Cezayir sınırlarına yakın bir bölgede 701 yılında vuku bulan Tabarka Muharebesi’nde mağlup etti. (143)
Dihya (Kahina), Mağrîb’in Müslümanlar tarafından işgaline karşı yerli direnişine öncülük etti. 695 – 700 tarihleri arasında beş yıl boyunca Aurès Dağları’ndan Ğadames Vahası’na kadar özgür bir Berberî devletini yönetti ama sonunda Aurès’te hâlâ kendi adını taşıyan Bir el- Kahina Kuyusu’nun yakınındaki çatışmada katledildi. (144)
Dihya (Kahina)’ya karşı olan Berberî muhalefetinin destekçileri, daha sonra Arap işgalcileri “kurtarıcılar” olarak karşılayıp kutladılar. (145)
Ölümünün koşulları kesin olarak belirlenemez. Bazıları O’nun savaşta öldüğünü ama aynı zamanda yakalanmamak için kendini zehirleyerek intihar ettiğini iddiâ ediyor. (146) Biyolojik oğulları ya O’nunla birlikte öldüler ya da canını kurtarabilmek için Müslüman oldular.
Bazı rivayetlere göre Dihya (Kahina) işgalci Araplar’la savaşırken elinde kılıçla öldü. Diğer kaynaklar O’nun düşman tarafından ele geçirilmemek için zehir içerek intihar ettiğini söylüyor. (147) İbn-i Haldun’a göre, öldüğünde 127 yaşındaydı. (148) Bu açıkça O’nu çevreleyen birçok efsaneden bazısı. Her iki durumda da başı kesildi ve ölümünün kanıtı olarak başı Şam’daki Emevî Halifesi’ne gönderildi. (149)
Birçok tarihçiye göre, oğulları Bagay ve Xençla dîn değiştirip Müslüman oldular (150) ve Berberî ordusunu İberya’ya götürdüler.
Dihya (Kahina)’nın ölümüyle Berberîler’in ortak direnişi sona erdi. Sonraki yüzyıllardan günümüze dek, Berberîler ile Araplar arasında İslam bayrağı altında (yani iki taraf da Müslüman olduğu halde) başka etnik çatışmalar da yaşandı, mâlumunuz.
Dihya (Kahina)’nın hikâyesi çeşitli kültürler tarafından anlatılıyor ve her hikâye sıklıkla farklı, hatta çelişkili bir bakış açısı sunuyor. Örneğin hikâye, feminist inançları desteklemek için kullanılıyor. Üstelik Araplar tarafından bile kendi millîyetçiliklerini geliştirmek için bu hikâye anlatılmaktadır. Araplar Dihya (Kahina)’nın tamamen itibarını sarsmak amacıyla, hikâyeyi, O’nu bir büyücü gibi gösteren bir perspektifle anlattılar. Dihya (Kahina)’nın hikâyesi sömürgeciliği olumlu bir şekilde resmetmek için bile anlatıldı. Hikâye, Berberîler’in Araplar’dan kurtuluşunu temsil ettiğini belirten bir mesajla da anlatıldı. (151)
Dihya (Kahina) kadınlar tarafından bir sembol olarak benimsenmiş, yabancı işgaline, daha sonra da erkek hegemonyasına karşı bir sembol olarak kullanılmıştır. Aslında Dihya (Kahina), Cezayir’in Fransızlar tarafından sömürgeleştirildiği dönemde de işgalci Fransızlar’a karşı savaşan Cezayirli militan kadınlar için bir model oluşturuyordu. 1851 ve 1857 Qabuyle Ayaklanmaları’nda baş savaşçılar olarak bilinen Lalla Fatma N’Sumer (1830 – 63) ve Lalla Hatice Bent Belkacem (? – ?) gibi kadınlar Dihya (Kahina)’yı örnek aldılar. (152)
Ayrıca 20. yy’ın başlarında Cezayir’in geçmişini “Romanlaştırarak Fransızlaştırmaya çalışan” Fransızlar, kendileriyle Romalılar arasında paralellikler kurdu. Bunun yerine Cezayir’i Doğu’ya bağlamaya çalışan Cezayirli millîyetçiler aynı paralellikleri kuruyorlar, ancak onlara göre hem Roma hem de Fransa, geçmişte Fenike Uygarlığı’nın, günümüzde de Arap ülkelerinin gerilemesinden sorumlu olan sömürgeci güçlerdi. Her iki ideoloji de Dihya (Kahina)’nın mitolojisini “kurucu mit” olarak kullandı. Bir yanda Cezayir’i kendi dîninde tutmak için Araplar’a ve İslam’a karşı savaşan, diğer yanda bağımsız bir devlet kurmak için tüm işgalcilere (Bizanslılar’a ya da Araplar’a) karşı savaşan O’ydu. (153)
Günümüzde ise Dihya (Kahina) imajı, Berberî aktivistler tarafından, bir halk olarak ne kadar güçlü olduklarını ve diğer topluluklar tarafından fethedilmeyeceklerini veya küçültülmeyeceklerini göstermek için sürekli olarak kullanılıyor. Yüzü, temsil ettiği ilerici ideallere verilen desteği göstermek için Cezayir çevresindeki grafiti ve heykellerde sıklıkla görülüyor. Gerçek görünüşü hâlâ bilinmemekle birlikte, sanatçılar O’nu temsil ettiği bilinen ilerici hareketi güçlendiren belirli yönlerle resmetmiştir. Ancak Dihya (Kahina)’nın ardındaki idealleri tüm hükûmetler kabul etmiyor. Örneğin Dihya (Kahina)’nın Bağaî kentinde bulunan bir heykeli, “küfür olduğu” gerekçesiyle hükûmet tarafından kınandı ve hedef gösterildi. Cezayir Arap Dili Savunması Başkanı Osman Saadî (1930 – 2022), Dihya (Kahina)’nın İslam’a karşı direnişi temsil ettiğini ve bu nedenle lanetlenmesi gerektiğini söyledi. (154)
Evet… Kadın direniş lideri Dihya (Kahina)’nın hikâyesi ve ardından bıraktığı miras da böyle.
Biz, Berberîler’in Araplar tarafından zorla “Müslümanlaştırılması” konusuna geri dönelim ve bıraktığımız 660’lı yıllardan anlatmaya devam edelim…
(*) “Endülüs Dosyası”na seyahatnamenin bir sonraki bölümünde devam edeceğiz.
Kaynak: YENİ KÖŞE YAZISI