din istismarı veya diğer bir tanımla din
ile aldatmak bugünün sorunu değildir. Dinler tarihiyle başlayan binlerce yıllık bir geçmişi vardır.
Peygamberler din ile toplumların ahlaklı yaşamalarına gayret ederken; çıkarcılar, aldatıcılar, zalim yöneticiler ve sahtekar din adamları da toplumu din ile nasıl aldatacaklarının yol ve yöntemini din içinde bulmaya çalışmışlardır.
Ahlaklı din bilginleri yanında istismarcı din adamları da yetişmiş ve din ile aldatmak konusunda özellikle krallara, politikacılara ve yöneticilere rehberlik, danışmanlık yapmışlardır.
Zamanla daha etkin kullanılması için din; siyaset ve yönetimin ayrılmaz bir unsuru haline gelmiş ve kurumsallaştırılmıştır.
Müslümanlarda planlanmış din istismarı; örgütlü ve organize biçimiyle ilk defa Sıffın Savaşı’nda ortaya çıktığını düşünüyorum.
Muaviye, meşru halife Hz. Ali’ye (r.a) karşı başlattığı isyan hareketinde savaşı kaybetmek üzere iken mızrakların ucuna Kur’an-ı Kerim sayfalarını geçirerek savaşın seyrini değiştirmişti.
Kur’an ve din, bu olaydan itibaren sadece savaşlarda değil, kurumsal ve siyasal organizasyonlarda da Müslümanlar arasında bir aldatma ve istismar aracı olarak hep kullanılmaya devam edilmiştir.
Günümüzde de Müslüman coğrafyasında devlet başkanlarının ve politikacıların dilde ve elde Kur’an’la gösteri yapma geleneği de bu olayla başladığı söylenebilir!
Anlayacağınız Kur’an; çıkar ve ikbal peşinde koşanların mızraklarının ucundan hiç inmeden biçim değiştirerek devam etmektedir.
Günümüzde din istismarı, din tacirliği sadece din adamları veya ikiyüzlü ve yüzsüzlerle sınırlı değildir.
Hayatın her alanında istismarcı ve dinbaz uygulamalara çokça rastlanmaktadır. En büyük tehdit olarak da kurumlar, devletler, gruplar, organize cemaatler, ideolojik ve siyasi örgütler ve partiler olarak sıralanabilir.
Adına “Müslüman” denilen devletlerin hangisi dini; kurumsal ve siyasal istismardan uzak tutmaktadır?
Hangi parti, cemaat veya dini gruplar “din bezirgânlığı” yapmıyor?
Ne yazık ki bazıları doğrudan, çoğu ise dolaylı olarak dini kullanmaktadırlar.
Türkiye, rejimini “laik” olarak tanımlamasına rağmen din istismarını kurumsal olarak biçimlendiren ülkeler arasında en açık örneklerden birisidir.
“İrtica tehdidi” gerekçesiyle yapılan askeri darbe ve müdahalelerde dahi öncelik din istismarına verilmiştir.
12 Eylül 1980 askeri darbe sonrası cuntacıların ilk uygulamalarından biri Alevi köylerine camilerin inşa edilmesi ve din görevlilerin atanması olmuştur.
Cunta lideri Kenan Evren’in dilinden Kur’an ayetleri eksik olmamış ve her mitinginde Kur’an’dan ayetler okumuştu.
Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde halkı PKK’ye karşı uyarmak amacıyla helikopterlerden Kur’an ayetlerini içeren bildiriler atılmıştı. Bundan daha açık bir din istismarı olabilir mi?
Benzer istismarı, 15 Temmuz darbe olayları ve sonrasında da fazlasıyla gördük. “Şehitlik” ve “gazilik” edebiyatı hala devam etmiyor mu?
Ülkemizde partililer ve politikacıların din istismarına yönelik söylem ve tutumları utanç boyutlarını dahi aşmıştır.
Çoğu politikacıların seçim propagandalarında ayet, hadis, menkıbe dışında bir sermayelerinin olmadığı biliniyor.
Bu durumda organize grupların, din adamlarının, Diyanet görevlileri ve durumdan vazife çıkaran sahtekarların istismarını anlatmamın fanteziden ibaret kalacağı açıktır.
Dinin amacı içselleştirilerek yüce ahlaka ulaştırmaktır.
Görsellik, şekil, kılık-kıyafet Müslümanlığı, hiç şüphesiz dindarlık değildir. Özellikle bu kesimdeki ahlak ve adalet yoksunluğu ise Müslümanlık da insanlık da değildir.
Cübbe giymek, sarık takmak, tesbih çekmek kişisel tercihin gereği ise buna itiraz etme hakkına hiç kimse sahip değildir.
Ancak dini bir kıyafet ve ritüel olarak kabul görmesi, haksız bir saygınlığa, etkinliğe ve daha çok da aldatma ve istismara yol açtığı için masum görülemez.
Şekil ve kıyafet Müslümanlığının nasıl haksız kazançlara, özel muameleye ve aldanmalara sebebiyet verdiği, günlük yaşamımızdan açıkça belli olmuyor mu?
“Ye kürküm ye” darb-ı meseli boşuna söylenmemiştir.
Eli ve eteği öpülen, cennet ve huri vaatlerine kanılan sayısız cübbeli ve sarıklı dinbazların aldattığı milyonları nasıl görmezden gelebiliriz?
Kuşkusuz bunu önlemenin yolu yasaklar, kılık-kıyafet dayatmaları veya polisiye tedbirler değildir.
Aldanan kitlelerin din konusunda aydınlatılması ve dinin sahih kaynaklardan öğrenilmesinin yolunu açmaktır.
Bu konuda toplumsal bilincin oluşması gerekir. Dine ait veya dinin önerdiği bir kıyafet ve giyim biçiminin olmadığı ve bu nedenle kıyafet ve şekil üzerinden hiç kimsenin özel bir muameleye tabi tutulamayacağını öğrenmek zorundayız.
Başında sarık, yüzünde sakal, üzerinde cübbe, elinde tesbih olan kişilerin kıyafetiyle karşılandığı, saygı ve ilgi gördüğü bir toplumda, akıl, ilim, ahlak, medeniyet bilincinin gelişmediği çok açıktır.
Böyle toplumlarda istismar ve aldatmanın yaygınlaşması da bilinçsizliğin ve cehaletin doğal bir sonucudur.
Payımıza da bir hisse düşer diye yazımı bir kıssa ile bitirmek isterim:
Yaralı bir kuş, Hz. Süleyman’ın huzuruna çıkarak kanadının bir derviş tarafından kırıldığını ve ondan şikâyetçi olduğunu söyler.
Hz. Süleyman, dervişi hemen huzuruna çağırtır ve ona sorar:
– Bu kuş senden şikâyetçi, neden kırdın kanadını?
Derviş kendini şöyle savunur:
– Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Beni gördü ama önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı.
Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve sorar:
– Bak, bu adam da haklı. Onu gördüğün halde neden kaçmadın? Sana sinsice yaklaşmamış. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun ama istesen kaçabilirdin.
– Efendim, onu derviş kıyafetinde gördüğüm için hiç endişelenmedim ve kaçmadım. Avcı olsaydı elbette hemen kaçardım. Derviş birisinden bana zarar gelmez, bunlar Allah’tan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım.
Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister. “Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın!” diye emreder.
Kuş, verilen karardan memnun değildir. İtiraz eder:
– Aman efendim, sakın böyle bir şey yaptırmayın!
Hz. Süleyman, kuşun itirazına bir anlam veremez ve “Neden?” diye sorar.
Kuş, nedenini şöyle açıklar:
– Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar. Siz en iyisi bunun üzerindeki derviş elbisesini çıkartın. Çıkartın ki, üzerindeki derviş kılığına bakarak benim gibi düşünenler bundan sonra aldanmasın.