Eski HDP Eş Genel Başkanı tutuklu Selahattin Demirtaş’ın, “HDP’nin PKK ile bir bağı yoktur”, “HDP, PKK’nin uzantısı değildir”, “HDP Türkiye partisidir” gibi açıklamaları, yeni söylenmiş gibi Türkiye gündemine oturdu.
Kuşkusuz Demirtaş’ın birçok açıklaması gibi bu yöndeki açıklamaları da çok önemlidir ve siyasette yol açıcıdır.
Ancak bu söylenenler yeni değil ve çok defa HDP sözcüleri tarafından da dile getirilmiştir.
Mevcut Eş Başkan Mithat Sancar’ın da bir röportajında; “HDP, PKK’nin uzantısı, sözcüsü ya da destekçisi değildir. PKK ile bir bağı yoktur. Siyaset yürüten bir partinin silahlı bir örgütle bağı olamaz” gibi ifadeler kullandığını biliyoruz.
1990 yılında HEP ile başlayan ve HDP ile devam eden partiler, sol-sosyalist ideolojileriyle emekçi sınıfa dayanan bir siyasal mücadeleyi seçmişlerdir.
PKK ve Kürt sorunu da Türkiye’nin temel sorunları olduğu için doğal olarak bu alanda siyaset yapmayı öncelikli hedef olarak belirlemişlerdir.
PKK ve Kürt sorununu, komünal toplum oluşturulması ve emekçi sınıfın iktidarı için bir fırsat olarak görmüşlerdir.
Bu bağlamda söz konusu siyasi hedef; Abdullah Öcalan ideolojisiyle de birebir örtüşmektedir.
Bu hedefler, parti programında da açıkça belirtmektedir:
Partimiz, insanlığın sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz bir dünyaya ulaşacağına inanır. Üzerinde yaşadığımız ve tüm sömürü aygıtıyla birlikte, inkarın, baskının, asimilasyonun egemen olduğu topraklarda ise emek mücadelesinin önündeki tüm engellerin kaldırıldığı, halkların ve inançların özgür olduğu, kadın erkek eşitliğinin yaşandığı demokratik bir halk iktidarını hedefler…
Anlaşılacağı gibi HDP bir Kürt partisi veya Kürt halkının temsilcisi iddiasında değildir.
“Halkların ve inançların özgürlüğü” temelinde Kürt sorununu önceleyen sol-sosyalist ideoloji üzerinden iktidar olmaya çalışan meşru ve yasal bir Türkiye partisidir.
PKK ile akrabalığı da “Kürtlük” üzerinden değil, ideolojik akrabalıktan kaynaklanmaktadır.
Emek Partisi (EMEP), Halkevleri, Sol Parti, Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), Türkiye Komünist Partisi (TKP), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Emekçi Hareket Partisi (EHP) gibi bileşenlere bakıldığında HDP’nin ideolojik bir parti olduğu açıkça görülecektir.
İdeolojik bir parti olması, dışlanma gerekçesi olmadığı için siyasal mühendisliğin gereği olarak PKK ile ilişkilendirildiğini düşünüyorum.
Böylece hak ve özgürlük talepleri olan Kürtler daha kolay dışlanmakta ve düşmanlaştırılmaktadır.
İdeolojik sol bir parti olarak HDP’nin Kürt sorununa yaklaşımı ve ilgisi önemlidir.
Daha önemlisi Kürtlere yönelik hak ve hukuk ihlallerini siyaset alanına ve parlamento zeminine taşımasıdır.
Bunun için ağır bedeller de ödemektedir. Aralıksız operasyonlar sonucunda, partinin onlarca üyesi öldürülmüş, binin üzerinde üyesi ve yüzlerce yöneticisi tutuklu bulunuyor.
Kürtlerin de ayırımcı, ırkçı, inkârcı uygulamalar ve göç/köy boşaltmaları, baskı, hak ihlalleri, faili meçhul cinayetler ve katliamlar karşısında çığlıklarını ve feryatlarını duyuran bir partiye (HDP) oy vermelerini anlayışla karşılamak durumundayız.
Sağda veya solda bu duyarlılığı gösteren başka bir parti de olmamıştır. Bu nedenle de HDP’de siyaset yapmak veya mağdur olmuş, hakları ihlal edilmiş, hak ve özgürlük talepleri olan Kürt seçmenlerin HDP’ye oy vermeleri yadırganamaz.
HDP siyaset geleneğinin, en başından itibaren suçlandığı gerekçelerden biri PKK ile ilişkili olduğu iddiasıdır.
HDP’nin PKK ile ideolojik akrabalığı açıktır ancak şiddet ve terör ilişkisinin söz konusu olmadığına inanıyorum.
Bu bağlamda eş genel başkanlarının açıklamalarını da gerçekçi ve inandırıcı buluyorum.
HDP içinde PKK ile ilişkili üyeler çıkabilir. Bu durum bireysel bir suç olarak değerlendirilmelidir.
Bundan dolayı HDP’yi PKK veya terör eylemleriyle ilişkilendirmeyi doğru bulmuyorum. Mahkeme kapılarında süründürülmesini de büyük bir haksızlık olarak görüyorum.
Ayrıca PKK saflarına katılanlar sadece HDP seçmeninin çocukları ve yakınları değildir. AK Parti, MHP ve Köy Korucuları dahil her kesimden gençlerin PKK’ye katıldığı bilinmektedir.
Bundan dolayı hiçbir aile, parti veya şahıs sorgulanamaz ve terörle ilişkilendirilemez.
Böyle bir ilişki ve katılım nedeniyle herhangi bir parti ve siyasetçinin suçlanması doğru olmadığı gibi bu gerekçeyle HDP’yi de suçlamak da doğru değildir.
Bana göre sorun, HDP’nin PKK ile ilişkilerinde değildir. Organik bir bağ, silahlı mücadele ve şiddette iş birliği, lojistik destek gibi ilişkiler elbette kabul edilemez; ancak herhangi bir diyalog, görüşme ve ideolojik dayanışma gibi ilişkileri suç kapsamında değerlendirmenin demokrasiyle bağdaşmadığı da açıktır.
Bence asıl sorun, eş genel başkanların ve sözcülerin açıklamaktan kaçındığı veya kabullendikleri PKK/Öcalan’ın HDP üzerindeki ideolojik vesayetidir.
İdeolojik olarak hdp-pkk akrabalığı böyle bir ilişkiye de yol açması normaldir.
Ayrıca, sosyolojik tabanlarının aynı olması ve seçmen kitlesinin daha çok Doğu ve Güneydoğu bölgesine yayılması, PKK desteğini almasını zorunlu kılmaktadır.
Bu bağlamda kurulmuş bir ilişki nedeniyle HDP’yi mahkûm etmek haksızlık olur.
Kanaatime göre, özellikle de Kürtler açısından en önemli sorun; Beyaz Türklerin siyasal mühendisliği ve yol haritası ile HDP’nin Abdullah Öcalan’a ve ideolojik rehberliğine mecbur bırakılmasıdır.
Bunun öncülüğünü de Türk solunun yaptığını düşünüyorum.
Bu bağlamda HDP içinde Beyaz Türkler-Türk Solu ve Abdullah Öcalan ittifakının etkin ve baskın rol oynadığını düşünüyorum.
Söz konusu ittifak, HDP üzerinde “Öcalan vesayeti” algısını güçlendirmektedir.
Ayrıca bu algı, HDP’nin dışlanması, baskı altına alınması ve gerektiğinde mahkeme kapılarında tutulmasına da gerekçe yapılmaktadır.
Umarım eş başkanların açıklamaları, dolaylı da olsa bu etkinliği ve ideolojik vesayeti kırmaya yöneliktir.
Siyaset ve siyasi partilerin HDP’yi dışlamaları da Beyaz Türklerin ve Türk solunun işini kolaylaştırmakta ve Öcalan vesayetinin etkin olarak sürmesine katkı sunmaktadır.
“Öcalan irademiz” söylemini de ideolojik vesayetin bir kabulü olarak değerlendiriyorum.
HDP içinde Abdullah Öcalan’a uygulanan tecride gösterilen tepkilerin yüzde beşi (%5) dahi Selahattin Demirtaş için gösterilmemesi de bunu doğruladığını düşünüyorum.
Kime uygulanırsa uygulansın elbette tecrit sistemi kabul edilemez ancak haksız ve hukuksuz yere içerde tutulan Selahattin Demirtaş için HDP tarafından kitlesel bir tepki ortaya konulmaması dikkat çekici değil midir?
Sadece bu yönüyle dahi HDP’nin ideolojik olarak Öcalan’a nasıl bağlı ve bağımlı olduğu anlaşılmıyor mu?
İktidarın dahi bu bağın zayıflamasına izin vermediği ve sırf bu nedenle Salahattin Demirtaş’ın cezaevinde tutulduğu da iddia edilmektedir.
Bu bağlamda Öcalan-HDP ilişkisi; Kürdistan, Kürt sorunu, silahlı mücadele ve şiddet temelinde değil, ideolojik temele ve bir siyasal mühendisliğe dayandığı ortadadır.
HDP’nin ideolojik rehberinin Öcalan olduğunu düşünüyorum ancak bu ilişkinin demokrasi ve hukuka aykırı olmadığını da belirtmek isterim.
Dikkat edilirse HDP; PKK’nin Suriye ve Irak Kürdistan bölgesinde Kürtlerin aleyhinde oynadığı role engel olmak bir tarafa itiraz etme ihtiyacını dahi duymamaktadır.
Çünkü HDP ve Öcalan’ın bir “Kürdistan” iddiası olmadığı gibi Irak’ta muhtemel bir “Bağımsız Kürdistan” projesine de karşı çıkmaktadırlar.
Barzani ailesine yönelik “feodal yönetim” gerekçeleri de ideolojik bir itirazdır. Ortadoğu’da feodal veya otoriter olmayan bir tek yönetim var mı?
Esas itirazlarının “Bağımsız Kürdistan” devletine olduğu çok açık değil mi?
Benzer gerekçeler dikkate alındığında silahlı mücadelenin devamını ve Öcalan’ın PKK ve HDP üzerindeki ideolojik vesayetini sağlayan ana unsurların hangi odaklar olduğu da anlaşılacaktır.
Kürt sorunu nedeniyle HDP’yi cezalandırmak, Kürtleri HDP’ye mahkûm etmekte ve bağımlı hale getirmektedir.
HDP, dışlandığı ve cezalandırıldığı sürece Kürtlerin HDP ideolojisiyle yüzleşmesi de kolay olmayacaktır.
Açıkça belirtmeliyim ki HDP Kürtlerin değil, Türkiye partisidir. Çoğulculuk temelinde Kürtlere demokratik siyaset imkânı tanınmadıkça, Kürtlerin ideolojisini sorgulamaksızın HDP’ye desteği artarak devam edecektir.
Bunun sorumlusu da Kürtler değil, Kürtleri yok sayan ve Kürtlere kimlikleriyle siyaset imkânı tanımayan siyasi kurumlar ve partilerdir.
Siyasette çoğulculuk sadece Kürtlerin ihtiyacı değil, ülkemizin temel ihtiyacıdır ve demokratik siyasetin olmazsa olmaz koşullarındandır.
Her siyasi parti gibi HDP de siyasal ve ideolojik olarak eleştirilebilir, sorgulanabilir ancak algı yönetimiyle siyaset-parlamento ve demokrasi zemininde dışlanmasını, düşmanlaştırılmasını, ötekileştirilmesini doğru bulmadığımı belirtmeliyim.