Çoğu zaman yapmayı düşündüğüm ancak hayatımın hiçbir safhasında başaramadığım bir davranış biçiminden söz etmek istedim.
Bazen “neme lazım!” ve “beni neden ilgilendirsin!” gibi geçiştirmek istediğimiz sorunlar, olaylar vardır.
Böyle bir yaklaşımın mümin ve medeni insanların karakteri olmaması gerektiğine inanıyorum.
Toplumsal bir meselede ilgisiz, duyarsız ve tepkisiz kalmak medeni olmayan toplumların genel karakteridir.
“Bana dokunmayan yılan bin (yıl) yaşasın” sözü de bizim toplumsal karakterimizi tanımlamak için yeterli bir atasözüdür.
Herkesi ilgilendiren bir sorun karşısında gerekli duyarlılığı göstermekten kaçınarak kendisine zararı dokunmadıkça sessiz kalmayı tercih eden bir karakter biçimidir nemelazımcılık.
Canımızı acıtmadıkça, cebimize dokunmadıkça ilgi alanımıza girmediğini kanıksamış bir toplumsal özelliğimizdir nemelazımcılık.
Bu anlayış, hak-hukuk-adalet başta olmak üzere sosyal ve siyasal alanda daha çok kendini göstermektedir.
Hukuksuzluk-haksızlık-adaletsizlik-ayırımcılık gibi insanlık onurunu aşağılayan uygulamalar karşısında tepki göstermeyen, başkalarının aleyhine olsa da kendisinin lehine olduğu sürece görmezden gelen bir anlayışı sorgulamak gerekmez mi?
Bu anlayış sonucudur ki kendisinden olan zalimi, yağmacıyı, hırsızı, hatta katil ve teröristi dahi tolere eden toplumsal kesimler oluştu.
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir” buyruğunu dillerine pelesenk yapanların kitlesel açlık ve yoksullaşma karşısında dahi duyarsız ve tepkisiz kalmalarını yozlaşma ve nemelazımcılık dışında ne ile izah edebiliriz?
Aç kalan, yoksullaşan, haksızlığa uğrayan kendileri olmadıkça sesleri çıkmayan bir toplumu yüceltmek mümkün olabilir mi?
Einstein, “Dünya yaşamak için tehlikeli bir yerse kötüler yüzünden değil, kötülüğe ses çıkarmayanlar yüzündendir” der.
Kanuni Sultan Süleyman‘dan ibretlik önemli bir hatıra anlatılır:
Sultan,
Bir gün Yahya Efendi’ye bir pusula yazar ve gönderir.
Pusulada;
“Sen, ilmiyle amel eden bilge birisin…
Bizi de aydınlat.
Bir devlet hangi halde çöker?
Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur?
Bir gün izmihlale (yıkılma) uğrar mı?” diye yazar.
Pusulayı/mektubu okuyan Yahya Efendi aynı kâğıdın arkasına;
“Neme lazım be Sultanım!” yazar ve geri gönderir.
Bu cevabı hayretle okuyan Sultan Süleyman, bir mana veremez.
Hatta çok da bozulur.
Nihayet kalkar, Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergahına gelir ve der ki:
Aşk olsun ağabey!..
Sana çok önemli ve kritik bir konuda fikir sordum.
Sen ise ciddiye almayıp geçiştirdin.
Cevap bile vermedin…
Yahya Efendi şöyle bir bakar:
– Sultanım, sizin sorunuzu ciddiye almamak mümkün mü?
Ben sorunuz üzerinde iyice düşündüm ve kanaatimi size açıkça arz ettim.
Sultan Süleyman;
– Sadece “Neme lazım be Sultanım” demişsin.
Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi.
Herhangi bir cevap yoktu, kâğıtta…
Bunun üzerine, Yahya Efendi şu müthiş açıklamasını yapar:
Sultanım!
Aslında, aradığın cevap oydu;
Bir yerde zulüm yayılırsa,
Haksızlık şayi olursa,
Sonra, koyunları kurtlar değil çobanlar yerse,
Bilenler de bunu söylemeyip susarsa,
Fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıkarsa,
Bunu da taşlardan başka kimse işitmezse,
Herkes, sadece ‘ben-ben’ derse,
Ve tüm bunları görüp/işitenler, ‘Neme lazım be…’ derse;
İşte o zaman, devletin sonu gelir/Osmanlı yıkılır…
Yaşanmış kıssadan hisse almak da bize düşer!